iklimler
 
nbc home  




Yalnız Ülkesinin Yalnız Yönetmeni: Nuri Bilge Ceylan

Yasemin Şahin, Eylülce Dergisi, Sayı: 3, Mayıs-Haziran 2009

Saniyede yirmi dört fotoğraf karesinin aynı hızla beyazperdeye yansımasıyla gözümüz arka arkaya gelen karelerdeki küçük farkları algılayamaz, devamlı ve hareketli bir görüntü olarak görür. Bunun neticesinde meydana gelen filmleri büyük bir keyifle ve hayranlıkla seyre dalarız. Tüm bu bilgileri bir kenara not edin ve sinemaya doğru yönelin.

Bir yönetmen düşünün, sinemanın fotoğraf karelerinin beyazperdede gerçekleştiricisi olduğunu unutmayan. Fotoğraf sanatçısı olması sebebiyle yaptığı filmlerin her karesini iki kat daha fazla hayranlıkla seyrettiren. Evet, Türk Sineması’nda bu yöntemi istikrarlı şekilde kullanıp eşine az rastlanılır bir üslup oluşturan yönetmen Nuri Bilge Ceylan’dan bahsediyorum.

Bazen bu yöntemi tercih ettiği için ülkesi insanlarının alıştıkları o bol aksiyonlu ya da son dönemde oldukça prim yapan komedi unsurları güçlü filmleri izleyenlerce de yavan ve ağır bulunan bir yönetmendir aynı zamanda. Tabii bunların üzerine 1980 dönemi sonrasında o dönemi ilk kez cesaret edip konuşmaya başlayan bir sinema ile de karşı karşıyayız. Nuri Bilge Ceylan tüm bunların önünde bazen sert, kendine has, bireyi ve ilişkilerini irdeleyen ve bu üslubundan da ödün vermeyip tutarlı yol izleyen bir yönetmen olarak durmaktadır.

Doğal ve doyurucu bir anlatımı olan Nuri Bilge Ceylan’ın ilk ve son kısa filmi Koza (1995) ile başlayan yönetmenlik tecrübesini Kasaba (1999), Mayıs Sıkıntısı (1999), Uzak (2002), İklimler (2006) ve Üç Maymun (2008) ile  -şimdilik- noktalamıştır. İlk filminden son filmine dek onu ve sinemasını anlamlandırıp belli bir kalıba koymak mümkün olmasa da Nuri Bilge Ceylan filmlerinden ne bekleyip ne beklemeyeceğimizi açıklığa kavuşturmamıza yardımcı olmuştur diyebiliriz.

1959 doğumlu Ceylan, yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını üstlendiği filmlerinden daha ilki olan Koza’yla Cannes Film Festivali'nin ilgili bölümüne katılma başarısını gösterdi. Daha o vakitlerde dünya çapında dikkat çekmeye başlayan yönetmen, yaptığı her filmle mutlaka ödüllendirilip son olarak, 2008 Cannes Film Festivali'nde küçük zaafların büyük yalanları doğurmasıyla parçalanan bir ailenin, gerçeklerin üzerini örterek bir arada kalma çabasını anlatan Üç Maymun filmiyle "En İyi Yönetmen Ödülü"nü aldı.

Sinema tarihinde de örneklerini sıklıkla gördüğümüz gibi kendi ülkesinden daha fazla dünyadan takdir toplayan ve pek çok ödüle layık bulunan bir yönetmendir Ceylan. Bu yönetmeni tanımak ve anlamak için filmografisini takip etmemiz ve onu “bilerek” izlememiz gerektiğini hatırlamamız gereken ender yönetmenlerdendir.

İpekböceği inceliğinde filmlerinin ilki: Koza

Koza, 1995 Cannes Film Festivali Uluslararası Kısa Film Yarışması’na davet edilen ilk Türk kısa filmidir. Nuri Bilge Ceylan’ınsa ilk ve son kısa filmi. Kendi anne ve babasının oynadığı film sessiz değil sözsüz bir film olarak nitelenebilir. İlişkilerinin bittiğini düşündürecek kadar birbirinden uzaklaşmış iki kişidir anlatılan... Bunun yanında onlar bir araya geldiklerinde hala birbirlerinin gözlerinin içine bakıp pek çok kez de bakamayıp yoğun duygusallığa maruz bıraktıkları bizler varız anlamaya çalışan…

Ceylan’ın güzel fotoğraflarla ince ince işlenmiş öyküler yaratan bir yönetmen olmasının öncesinde fotoğraf ve sesleri anlam yönünde yoğurarak ortaya koyduğu bir filmdir Koza. Bu filminde Nuri Bilge Ceylan’ın sinemaya bakış açısını net olarak görebildiğimiz gibi kendini deniyor olduğu da gözlerden kaçmıyor. Nuri Bilge Ceylan Koza filmi için yaptığı açıklamada:

"Koza, teknik ve estetik birikimime rağmen film yapmaya bir türlü başlayamadığım ve sürekli ertelediğim için korkak ve mıymıntı olmakla suçladığım kendime ettiğim işkenceleri sona erdirmek için giriştiğim umutsuz bir denemeden başka bir şey değildi. Kendimi fırlatır gibi başladım o filmi çekmeye. Bitirdiğimde de neye benzediği konusunda gerçekten bir fikrim yoktu. Ama yine de Koza’yı çekmek, kendi yapıma uygun üretim koşullarını yaratmamı sağlayacak bütün ipuçlarını verdi bana." diye belirtmektedir. Ceylan’ın tüm filmlerini izleyip en sonunda Koza’yı izlediğinizde filme gerçekten başka bir gözle bakıyor ve ilk olmasının naifliğini hissetmenize rağmen ciddi bir yetenek olduğunu da dile getirmeden edemiyorsunuz. Başlangıç böyleyse sonunu düşleyebilmek elde değildir ve bu kesinlikle Nuri Bilge Ceylan filmleri için merak uyandırıcı bir ögedir.

Nuri Bilge Ceylan, filmlerinin yapımcı / senarist / yönetmen olarak ince işleyicisi konumundadır. Tüm bu yapıyı bütün olarak filmleriyle ele aldığımızda birkaç tespitte bulunmak kaçınılmaz olacaktır. Bunlardan ilki filmlerine verdiği isimlerdir. Sade ve öz bir anlatımla tüm filmin anlam yükünü kapsayan ve içeriği ile isminin bu kadar örtüştüğünü gördükçe insanı şaşırtan isimler koyar. Bilhassa Koza filmi ile Nuri Bilge Ceylan’ın çektiği ve çekeceği tüm filmlere Sevgi Soysal’ın da "Kozası içinde bekleyen tırtıl bir ipek böceğine dönüşüyorsa bu durmak değildir." sözünde bahsedildiği gibi hiç durmayacağı ve hep bize gösterdiği çizgiyi takip etmemiz gerektiğinin sinyallerini vermiştir. Bu nedenle de isminin Koza olması ayrı bir anlamlıdır…

Bir diğer tespitim ise, Ceylan’ın filmlerinde filmin sonlarına doğru nabzın düşmesi nedeniyle izleyicinin pek çok filmde alışmış olduğu heyecanlı bir son beklentisi gerçekleşmemektedir. Onun filmlerinde bittikten sonra değil, biterken nabız düşer; seyirci olacaklara değil olmuş olanlara adapte olur. Film sonuna doğru filmin bundan önceki sahnelerinin analizi yapılır. Çünkü daha evvel bize verilmiş olanların sebep ve sonuçlarını düşünmemize neden olan filmdeki kişilerin yalnızlığı ön plana çıkar. Olaylar ve durumlar tüketilmiştir. Oturup düşünmenin tam yeridir. Bu noktada bizim filmi bitirirkenki kendimizle baş başa kalışımız, karakterin yalnızlığı ile birebir örtüşür. Bu da izleyiciye filmi filmle birlikte düşünme ve analiz etme imkânı verir. Bu iki unsur, ilk filminden son filmine kadar zihnine “akıl notu” kazımış izleyiciye kendini hatırlatır.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, Nuri Bilge Ceylan filmlerinde yer alan hiçbir karakter bir diğerinin önüne geçmez. Her birinin anlatılacak bir hikâyesi vardır. Karakterlerin gözlemlenmesi gereken davranışları, az da olsa kurduğu cümleleri eşit miktarda ön plandadır. Dolayısıyla filmlere dair bir “ana karakter” tanımlaması yapmak doğru değildir.

“Kasaba”da “Mayıs Sıkıntısı” var!

Nuri Bilge Ceylan’ın 1997 yılında çektiği “Kasaba” filmi, tipik bir Anadolu kasabasında yaşayan ve üç kuşağı bünyesinde barındıran bir ailenin hayatını, çocukların hali hazırda yaşadıkları hayat düzeni üzerinden anlatan bir filmdir.

Kabaca çocukların kendi ve aileleriyle geçirdikleri hayatlarını dörde ayırmıştır yönetmen. Bunlardan ilkinde, bir kış günü, ailenin on yaşlarındaki kızının okuduğu ve onun toplumsallaşma sıkıntılarını barındıran ve çevresindeki hayatın birtakım sosyolojik özellikleriyle tanışmasını sağlayan bir ilkokul sınıfında geçer.

İkinci bölüm, okuldan çıkmış olan kızın, kendisinden dört yaş küçük erkek kardeşiyle kasabalarının ormanlık alanında yaptıkları küçük yolculuğu anlatır. Bu yolculuk tabiatı ve hayvanlar dünyasını öğrenmek ve tanımak için çabaladıkları anlardan oluşur. Filmde bu ormanlık alanda geçen sahneler, onların “oyun alanı”nın doğa olduğunun açıklamasıdır bir nevi. Yolculukları esnasında bir çocuğun gelişimine eşlik eden bu oyun alanının saf ve yalın tasviri yapılır. Pek çoğumuzun teknolojiyle iç içe büyüdüğü bir ortamda bizim koşullarımız olmasa da doğa koşullarının insanı ne gibi meraklara, şüphelere, vurdumduymazlıklara götürdüğüne ilişkin ipuçları da vermektedir. Kendilerini bekleyen ailelerinin yanına geç de olsa varan çocuklar üçüncü bölümde, o ana kadar birbirlerinin ve doğanın gizemleriyle yüz yüze kalmış olup, büyükler dünyasının karanlığına ve karmaşasına tanık olurlar. İlerleyen gece içerisinde mısır tarlasında derin sohbetler eden aile bireylerini dinleyerek uyku ile uyanıklık arası gidip gelirler. Ateşin etrafına oturmuş ve her biri başka bir dönemi temsil eden büyükler dünyasının çelişen, zaman zaman sertleşen, bazen şefkate dönüşen gizemli dünyasına tanıklık ederler.

Film bize küçük bir taşra kasabasında sıkışıp kalmış aile bireyleri arasında oluşan düşünsel ve düşsel uçurumları, iletişim ve algı farklarını, değişen toplumsal hayata ayak uydurmakta bocalayan bir ailenin bireyleri arasındaki üstü kapatılmış utangaç öfkeyi resmetmektedir. Tam açığa çıkamayan kişilik çatışmalarını hoş bir ironi ile bize yansıtan yönetmen, sıradan yaşamın vazgeçilmez dekoru olan sıkıcılık ve tekdüzelik atmosferinde anlatır öyküsünü.

Dördüncü bölüm ise evde geçer. Bilinçaltına en derin hükmün çocukluk anılarıyla meydana geldiğini doğrularcasına rüyalarla iç içe örülmüş sakin bir sekanstan oluşur. Kişiler ne kadar küçük ve sakin kasabada sıkışıp kalmış olursa olsun hayatları devam etmektedir. “Doğanın kendisine ayak uydurarak yaşama” dürtüsü çocukların ruhunda bağışlama, şefkat, merhamet, acıma  gibi temel insani dürtülerin uyanmaya başlamasıyla film sonlanır. Bunların pek çoğunu hissettirmeye çalışan rüyalar bir film sonu için oldukça anlamlı ve bir o kadar da durağan geçer. Bu filminde bilinçaltının ince ince işleniş öyküsünü Nuri Bilge Ceylan da kendi sinemasıyla anlatmayı tercih etmiştir.

Kasaba’dan sonra 1999 yılında çektiği Mayıs Sıkıntısı filminde, yine bir aileyi konu alır. Muzaffer çocukluğunu ailesi ile birlikte geçirdiği kasabayı uzun süre sonra film çekmek için ziyaret eder. Nuri Bilge Ceylan, mayıs ayının verdiği bahar neşesini altüst eden bir tavırla filmin ismini koymuş olup bunu bilhassa bu aya dair tabuları yıkmak için tercih ettiğini de dile getirmiştir.

Muzaffer’in babası Emin, tarlasının yanındaki ormanlık bölgeyi, tarlasının hudutları içine katma mücadelesindedir. Dokuz yaşındaki yeğeni Ali ise babasına bir müzikli saat aldırabilmek için uğraşır. Bu uğurda halası tarafından bir sınava tabi tutulmayı kabul eder. Eğer bir yumurtayı kırk gün kırmadan cebinde taşımayı başarırsa saat konusunda bir şansı olabilecektir. Kuzeni Saffet ise işleri pek yolunda gitmeyen biridir ve renkli bir yaşam vaat eden İstanbul'a göç etmeyi hayal eder. Filmde herkesin bambaşka hayallerinin olduğu bir aile yer almaktadır. Nuri Bilge Ceylan’ın kendi anne ve babasını oynattığı Mayıs Sıkıntısı’nda onun hayalinin de tıpkı filmdeki Muzaffer gibi film çekmek - ama bir farkla herkesin hayallerinin filmini çekmek- olduğunu görürüz. Fakat bu buluşturma her hayalin mutluluk getiremediği vurgusuyla bu mayısın bambaşka sıkıntılar veren bir mayıs olduğunu izleyiciye hatırlatarak son bulur.

Henüz iki film çekmişken dünyaca ünlü film festivallerinden, ülkemizde ve uluslarası alanda pek çok ödül kazanmıştır. Bunlardan birkaçı; Kasaba filmine verilen Berlin Film Festivali (1998) "Caligari Ödülü" iken, Mayıs Sıkıntısı filmiyle de Buenos Aires Uluslararası Film Festivali (2001) ve 36. Antalya Altın Portakal Film Festivali (1999)’nde en iyi yönetmen ödüldür.

Herkes Kendine “Uzak”

Nuri Bilge Ceylan’ın 2002 yapımı bu filmi üçüncü uzun metrajlı filmi olup, bizi zaman ilerledikçe kendimizden ne kadar “uzak”laştığımıza ikna eder. Böylelikle Ceylan sinemasına yakınlaşmak için bize bir adım atma şansı verir.

Ailesinden uzakta tek başına yaşayan Mahmut, İstanbul’da hayatını sürdürmeye çabalamaktadır. Daha evvel kurmaya çalıştığı başka bir çekirdek aile düzeninin de başarısızlıkla sonuçlandırmış olup karşımıza hep geç kalmışlıklarıyla çıkmaktadır. Bunlar onun olmak istediği insandan ne kadar uzaklaşmış olduğunu gözler önüne sermektedir. Üstelik bu hali değiştirmek için de hiçbir çaba harcamamaktadır.

Hepimizin hayalleri, umutları, planları, beklentileri olduğu yaşamımızda tüm bunları hiçe sayan “kendi ölümünü çok erken ilan eden” bir adamdır karşımızdaki. Hayatını, insan ilişkilerini, hüzünlerini ve içerisindeki türlü bastırılmış duyguları hiçbir çaba harcamadan ezip geçmektedir Mahmut. Bu hal bizi zaman zaman donuk gözlerle ve onun için umutsuz bir bekleyiş içinde öylece bırakmaktadır.

“Sen gitmiyorsun diye hayat devam etmiyor anlamına gelmiyor. İdeallerini gömmeye hakkın olduğunu düşünmüyorum.”

Nuri Bilge Ceylan sinemasında bizi Mayıs Sıkıntısı ve Kasaba’dan oldukça uzağa savuran bir filmdir Uzak. Bu filmle bizi kendine yakınlaştırır ve sonraki eserleriyle hep bu yakınlığın beklentisini oluşturmamıza mahal verir. Yoğun duygusuzluğa geçiş aşamasının, her şeyi onlarca kez hayal edip gerçekleştirememiş bir insanın artık hayal etmekten vazgeçiş öyküsüdür anlatılan. Bu öyküye Mahmut’un “uzak”tan akrabası Yusuf memleketinden İstanbul’a dair umutlarıyla gelmiş biri olarak eşlik eder. İkisinin beklentilerinin ironisi filmde oldukça büyük bir lezzet bırakırken; hayata tutunmayı istemek ama elle tutulur hiçbir şey yapmamakla, artık tutunmayı istememek arasında ne fark vardır, sorusu kafaları oldukça meşgul etmektedir.

Uzak, Nuri Bilge Ceylan filmlerinin genel yoğunluğunu taşıyan ama bir o kadar da bunu düşük tempoda aktaran, filme odaklanıldığında bilfiil beyin fırtınalarına imkân tanıyan bir filmidir. Bu sayede pek çok filminde yaptığı -yazımın başında da bahsettiğim- gibi nabzın oldukça düştüğü, alışılmışın dışında durağan film sonuyla, tüm oluşturduğu sorular üzerine iki kez düşünmemize sebep olacak ve bir sonraki Nuri Bilge Ceylan filmine geçiş için yeniden güç toplamak gerekliliğini tekrar tekrar hatırlatacak bir film olmuştur.

Film, 56. Cannes Film Festivali (2003) Büyük Jüri Ödülü, 39. Antalya Altın Portakal Film Festivali (2002) En İyi Yönetmen Ödülü ve 24. Siyad Türk Sineması Ödüllerinden (2002) En İyi Film Ödülü gibi daha pek çok ödül almıştır. Nuri Bilge Ceylan’ın bu filmine kendi sineması için bir dönüm noktasıdır da diyebiliriz.

İlişki “İklimler”i

2006 yılında çektiği bu filminde Nuri Bilge Ceylan bir ilki gerçekleştirmiş olup eşi Ebru Ceylan ve kendisi oyuncu olarak yer almıştır. 59. Cannes Film Festivali’nde (2006) FIBRESCI Ödülü’ne layık görülen bu film, aynı yıl yapılan Altın Portakal Film Festivali’nden de pek çok dalda ödülle dönmüştür.

İklimler’de isminin çağrışım yaptığı gibi iki sevgilinin her mevsim değişen aşklarından öte, bir mevsimde kaç iklim değişikliği geçirdiklerinin anlatımı verilmiştir. Mevsimler değiştikçe ilişki yön değiştirdiği gibi, dakikalar da bu değişikliğin büyük oranda şahidi konumundadır. Yolunda gitmeyen bir şeylerin somut varlığı ile bazen moral bozacak bir ilişki sürecine girilirken, soyut varlığı ile kendini hissettiren “aşk” tüm bunalımları bir anda silip götürebilmektedir. Ama somut varlığın hepten yok olmayacağı, olamayacağı kendini sık sık hatırlatıp bir gerçeklik oluşturmaktadır.

Yine sevgi, umut, beklenti üçgeninde dönen anlara şahit edildiğimiz bu Ceylan filmi, bazen çok sinirlenmiş, bazen sevgiyi yoğun hissetmiş, ara ara da hüzünlenmiş şekilde bizi karşılar. Bu karşılama anında bir gülücük atacaktır yönetmen hissetmeye yeltendiğiniz tüm saf duygularınıza.

İnsanlığın En İyi Oynadığı Oyun: “Üç Maymun”

Nuri Bilge Ceylan’ın 2008 yılında çektiği bu son filmi, yine Cannes Film Festivali’nden ödülsüz dönmeyerek bizi gururlandıran ve Altın Palmiye En İyi Yönetmen Ödülüne layık görülen filmidir. Bu filminde Nuri Bilge Ceylan’ın sinemasının o genel anlatımının hissedildiği sahneler yer almaktadır. Bunun yanında oyuncu seçiminde büyük oranda bir değişikliğe gittiği de gözlemlenmektedir. Yavuz Bingöl, Hatice Aslan gibi oyunculara yer vermiş olup, İklimler’in aksine çocuklu bir ailenin her ferdinin aile bağlarına değer verdikleri ve vermeleri gerekliliğinin vurgusu yapılmaktadır. Verilen değerin sarsıldığı ya da hiçe sayıldığı anların varlığı da aileyi üç maymun oynamaya iter.

Öncelikle, yirmili yaşlarında genç bir çocuk sahibi Hacer’in, eşi hapiste olduğu müddetçe ailesine olan sadakatinin süreğensizliğine mi değinmek daha gereklidir? Yoksa cümleyi başa alıp sırf ailesine daha rahat bir hayat yaşatabilmek uğruna para için kendisine suç işlemiş süsü verilmesini kabul eden ve hapiste olduğu süre boyunca ailesinden uzakta hiç de huzurlu olmayan bir babanın varlığına mı değinmek daha gereklidir? Olmadıysa, arkadaş çevresinden çabuk etkilenen ve türlü pisliğe bulaşma evresinden çıkmaya çalışan ve babası hapiste olduğu süre boyunca onun yerine annesine bakmak durumunda olan İsmail’e mi değinmeli? Aslında tüm bu sorgulamadaki amacım, size, filmde ailenin her bir bireyinin diğerlerinin önüne asla geçmediğini ve ortaya başkarakter olarak “aile”nin konduğu bir Nuri Bilge Ceylan filmiyle karşı karşıya olduğumuzu anlatmaktır.

Tüm aile fertlerinin ortak noktasının filmdeki ev olduğu gibi diğer ortak noktaları da kayıplarıdır. Kaybettiklerinin onlara bir aile bütünlüğünü ve bir anlamda görmemek, duymamak ve dile getirmemek üzerine biçilmiş “Üç Maymun”u oynamanın gereklerini yerine - zorla da olsa - getirdiğini gözlemleme fırsatını doğurur.

Üç Maymun filmi, Nuri Bilge Ceylan sineması tanıyan ve sevenlerini oldukça fazla cümle ve yaşayışa yer vererek diğerlerinden farklı olduğu için şaşırtmıştır. Ama yine de anlam ve sinema dili açısından müthiş bir doygunlukla da baş başa bırakmıştır.

Kimseye Benzemeyen Yalnız Yönetmen

Yaptığı bir röportajda“İster film yaparken ister normal yaşantımı sürdürürken, Çehov'un dünyasının her zaman güven verici, ılık bir yorgan gibi üzerimi örttüğünü ve beni ısıttığını hissetmişimdir.” diyerek sırrını dile getirmiştir Ceylan. Bunun dışında her ne kadar Antonioni, Tarkovski gibi dünyaca ünlü rüştünü ispatlamış yönetmenlere benzetilmeye çalışsa da Türk Sineması adına gerçekten değerli ve sağlam adımlarla dünyaya açılan bir yönetmendir. Bu sene 62. Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliğine seçilerek de bir ilki başarmış olup yolda devam edeceğine inanıyorum.

Kendi ülkesinin ilklerine imza atan ve oldukça başarılı yönetmenini tanımayan, anlamayan, filmlerini izle(ye)meyen herkesin onu bu yolla yalnız bırakması bizim yalnızlığımızla örtüşmektedir. Cannes’ta ödül alırken, "Ödülü, tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum" demişti. Onu bu ülkede destekleyenlerin yalnızlığını(azlığını) da yaşatmamak gerektiğine inanıyorum.