iklimler
 
nbc home  




yalnız ve güzel sinema...

Necip Tosun, İnisiyatif Sanat, Nisan-Haziran 2009

Hollywood'un dayattığı ticari/teknolojik sinemaya karşı, insan odaklı nitelikli filmlere atan Nuri Bilge Ceylan sinema sektörünün dayatmalarına başkaldıran muhalif tutumu, auther duruşu, minimalist yaklaşımlarıyla, sinemada kalıcı ve iz bırakıcı bir yönetmen olma yolunda. İyi filmlerin "az konuşan, içe dönük, reklama inanmayan, medyaya mesafeli duran filmler" olduğuna inanan Ceylan, yaptığı işi ciddiye alan, onun üzerine düşünen, bir görüş ye sinema dili oluşturmaya çalışan bir sinemacı. İlk yönetmenlik denemesi olan kısa filmi "Koza"yı (1995) tümüyle Tarkovski'ye yaslasa da, film, sadece küçük ve parlak bir ışıltı olarak kalır. "Koza" gibi siyah/beyaz çektiği ikinci filmi "Kasaba" (1998) sinema dünyasına adımını attığı çalışması olur. Filmdeki kır, kasaba, fotoğrafik yaklaşımları nitelikli bir sinemacının habercisi gibidir. Bu filmlerde gölge ve ışık oyunlarıyla siyah/beyaz filmin bütün imkânlarını değerlendirir. "Mayıs Sıkıntısı" (1999) onun hem ülkede hem de dünyada ciddiye alınması gereken bir sinemacı olduğunu kanıtlar. Ama asıl çıkışını hiç şüphesiz "Uzak" (2002) filmiyle yapar. Ardından "İklimler" (2006) ve "Üç Maymun" (2008) gelir. Ceylan, "Koza", "Kasaba", "Mayıs Sıkıntısı"nda, doğa-insan ilişkilerini öne çıkarırken, "Uzak"ta birbirlerinin dünyasına tümüyle yabancı iki insanın büyük şehirde yaşadıkları trajedileri anlatır.

Ceylan, filmlerinin "hikâyesini" açık sözcüklere değil, görüntülerle, bakışlarla, mimiklerle anlatır. Fotoğrafçılıktan geldiğinden olacak, anlatımı ağırlıklı olarak "görüntü"ye yaslıdır. Filmlerin her karesinde tablomsu görüntüler izleriz. Örneğin "Uzak"ta kahramanlar hüzünle yenildikleri, bir türlü içine sokulamadıkları kente bakarlar. Böylece ortaya tam bir kartpostal çalışması çıkar. Emsalsiz İstanbul görüntüleri, kenti, filmin başrol oyuncularından biri yapar. (Ceylan'm belki de amatör oyuncularla çalışmasının arkasında da bu yaklaşım yatıyor. O aslında fotoğrafı öne çıkarmaya çalışıyor. Çok ünlü oyuncularla çalışırsa arkadaki görüntü belki silikleşecek oyuncu öne çıkacaktır. Bu yüzden oyuncuları çoğunlukla bir figür olarak görüyor ve arkadaki fonu öne çıkarıyor.) Bu anlamda "Uzak" sanatsal anlamdaki sinema ile tiyatro arasındaki ayrımı vurgular. Konuşmalann tümüyle azaltılması, filmin adeta görüntüye yaslanması bunun en temel göstergesidir.

Onun sinemasının en önemli anlatım özelliklerinden biri de sadelik ve yalınlıktır. O bizzat "hayaf'ın kendisini anlatır. Çıplak gerçekliğe hiçbir şey eklemeden, süslemeden, olduğu gibi, aynı doğallıkla. Gerçeği dönüştürmeye, yeniden üretmeye çalışmaz. Her şey hayatta olduğu gibidir. Ne bir eksik bir fazla. Bu nedenle sade, yalın, durağan bir anlatımı vardır. Bu yaklaşımları, fotoğraf/tespit gerçekliği olarak kavramlaştırabiliriz. Yaşanan âna, yaşanmışlıklara, sıkı sıkıya bağlılık. Hayatın herhangi bir ânında yakalanan bir kare ve o karenin devamıyla ortaya çıkan olaylar, insanlar. Bu yüzden "Uzak" filminin asıl başarısı, sıradan diyebileceğimiz bir konudan (hayatın bizatihi kendisinden) sarsıcı sonuçlar çıkarması, hem de bunu hiç abartmadan, yalın, sade bir dille yapmasıdır.

Ceylan, filmlerinin teması yanında tekniğinde de tam bir sadelik gözetir. Filmlerinde hiçbir yapaylığa izin vermez. Bu yüzden teknik olarak da anlatım biçimi olarak da yalın bir anlatımı yeğler. Baş döndürücü kamera hareketlerine itibar etmez. Film boyunca izleyici neredeyse kamerayı hissetmez bile. Filmlerinde amatör oyuncular oynatması aynı doğallık arayışının bir sonucudur. Adeta hiçbirinden rol yapmaları istemez. Her şeyin hayatta olduğu gibi doğal olmasını ister. Bu yüzden tüm filmlerinde etrafındaki yakınlarım, akrabalarını, dostlarını oynatır. Oyunculukta, iddialı ve abartılı yaklaşımlardan uzak durur. Sesi olabildiğince azaltarak görüntüyü öne çıkarır. Kurguyla fazla oynamayarak yapaylığı önleme çalışır. Onun filmlerinde müzik, tümüyle geri plândadır. Sinemanın duygu yoğunlaştırmak, anlatımı zenginleştirmek, derinleştirmek için kullandığı müziğe mesafelidir. Bunu seyirciye bir tuzak olarak görür ve müziği asgariye indirir. (Tarkovski: Aslında ben dünyanın kendiliğinden çok güzel bir sese sahip olduğunu, sinemanın müziğe hiç gereksinimi olmadığı görüşündeyim.)

Hiç şüphesiz Ceylan, filmlerinde geniş bir izleyici profilinden çok, entelektüel sinema çevrelerine ve incelmiş sinema beğenisine sahip kitleye seslenir. O büyük prodüksiyonlu filmlere inat minimalist film anlayışını tercih eder. Bu da elbette bir arayış, giderek kişisel bir sinemadır. Bu yüzden ortalama sinema seyircHsi için filmleri sıkıcı hatta zaman zaman çekilmezdir. Ama o elbette bunu bile isteye yapar. Çünkü o seyirciye, gişeye talip ticari sinema yerine sanat sinemasından yanadır. Dilediği, her şeyiyle altına imza atacağı şeyleri yapar. Böylece büyük sermayeli sinema endüstrisinin genel işleyişine karşın, küçük sermayeli filmlerle bir muhalif duruş sergiler. (Ama gerek film üretim sürecinde, gerekse tamatik anlamda tümüyle sistemi dışlamasına karşılık, filmin tanıtım ve dolaşım aşamasında olağanüstü « profesyonel davranması,  sistemin tüm = organizasyonlarını kullanması (festivallerdi tanıtımlar) dikkat çekicidir. Bir "sanat sinemasf i temsilcisi   olarak   seyirci   anlamında^ kaybettiklerinin karşılığını buralardan tahsil etmesi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.)

Onunla yan yana anacağımız sinemacılar hiç kuşkusuz Tarkovski, Angelpoulus, Berkman, Ozu, Bressoo, Ray'dir. Sinema anlayışını ayrıca Yeni Dalga, italyan Yeni Gerçekçilik, devrim sonrası İran Sineması ile ve özellikle Abbas Kiarostami ile ilişkilendirmek mümkündür. Edebiyatçılardan ise Çehov ve Dostoyevski ile. Bunları ne kadar yansıttığı ayrı bir konu elbette ama sadece peşinde olduğu insanlar için bile ilgiyle izlenmeyi hak eden bir yönetmen.