iklimler
 
nbc home  



 

Üç Maymun

Atilla Aykar, Modern Zamanlar, Kış 2009, Sayı:9

 

Film eleştirisinin geçmiş yıllara oranla büyük bir hız kazandığı, dergi ve gazetelerin dışında televizyon ve internet yayınlarının, bu alanda basılan kitapların sinemaya dair hemen her gün yeni, farklı, bildik ya da sıradan bir bakışla bir şeyler söylemeye çalıştığı bir dönemden geçiyoruz. Takibi neredeyse olanaksız kılan bu durum, kimi zaman altını çizerek ve üzerine basa basa okumamız gereken yazıları, bir kenara not etmemiz gereken düşünceleri es geçmemiz sonucunu doğuruyor.

Söz konusu, geçtiğimiz yılın üzerinde en çok durulan, en çok tartışılan ve hakkında hemen her gün yeni bir yorum getirilen filmlerinden “Üç Maymun” olduğunda, girişte sözünü ettiğim bir yanılgıya düşmemek adına, Altyazı’nın Ekim 2008 sayısını referans göstermek isterim. Derginin 22. sayfasındaki Fırat Yücel imzalı ve “Gerçek Sakladığımız Tarafta” başlıklı Nuri Bilge Ceylan söyleşisi, film okumayı ve yorumlamayı hedefleyen genç yazarlar adına örneklerine kolay rastlanamayacak zenginlikler içermekte.

Söyleşi, Yücel’in kısa sayılabilecek bir giriş yazısıyla başlıyor. Filmin uluslararası yankılarıyla söze giren yazar, “Üç Maymun”u ‘her türlü sınıflandırmayı beyhude kılacak, ele avuca gelmez bir film’ olarak tanımlıyor; ardından filmin ilk anda Yılmaz Güney’in “Baba”sını akla getirdiğini, ancak Ceylan’ın yaklaşımının bambaşka his ve olayların peşinden gitmek olduğunu söylüyor. Yücel’e göre film, ‘gerçekçi melodram’ olarak adlandırılabilir.

Söyleşinin ilk sorusu, yönetmenin, filmin merkezine oturan alt sınıf aileye nasıl ilgi duymaya başladığı yönünde. Ceylan’ın daha ilk anda verdiği yanıt kanımca derin anlamlar içeriyor; belki de kendisinden (toplumsal/politik bağlamda) farklı açılımlar bekleyen, hatta filmi tamamen bu eksende okumaya çabalayan çevrelere kesin bir tavır anlamına geliyor: “Filmde olup bitenler hangi kesimde yaşanabilecek gibiyse, filmi oraya oturtursun. Benim için o kadar farketmez.”

 “Üç Maymun”un Ceylan filmografisinde farklı bir yere oturduğu, anlatım araçlarının ve ele alınan öykünün bunu doğruladığı, sinema çevrelerinin -ana hatlarıyla- üzerinde mutabık kaldıkları bir yorum. Fırat Yücel’in sorusu da buna paralel biçimde, filmde yönetmene benzeyen bir karakter olmamasına ilişkin. Başka bir deyişle Ceylan, “Üç Maymun”da sadece yönetmen olarak ve kurduğu dünya ile bulunuyor. Sanatçının yanıtı yine oldukça ilginç: “...Yönetmenin alter egosu olarak nitelendirilebilecek karakterler kullanmanın bir takım faydaları olsa da, bu sinemayı her zaman sevdiğimi söyleyemem. Bu karakterler çoğu zaman seyircinin ne hissetmesi gerektiği konusunda yol gösterici olmaya soyunurlar...ve filmde olup bitenle izleyici arasındaki ilişkinin masumiyetini bozarlar.” Bu yaklaşım, “İklimler”le yönetmen arasına bir mesafe girdiğinin göstergesi olabilir mi? Göreceğiz...

“Üç Maymun”la diğer filmleri birbirinden ayıran en önemli durumlardan biri de öykünün klasik anlatı modellerine benzer biçimde belli bir yapısı olması ve ulaştığı final. Yönetmenin sinemasında ilk kez karşılaştığımız bu durumun ‘hesaplanmışlık hissini’ arttırma olasılığına hak veriyor gibi Ceylan. Özellikle kördüğüm haline gelen olayların belli bir finale bağlanma zorunluluğunun kendisini çokça zorladığını itiraf edip, ilginç bir noktaya bağlanıyor: “Sonuçta çok şey çektim ve kurguda böyle bir finale karar verdim.”  Bu yaklaşımın, Nuri Bilge Ceylan filmleri üzerine bir şeyler karalayan her yazar tarafından altı çizilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Başka bir bölümde, finaldeki ‘çaycıya teklif’ sahnesinin yarattığı inandırıcılık sorununu gündeme getiren yazar, Ceylan’a çaycının sırf final için konulmuş bir karakter olabileceği; dolayısıyla bunun filmin kurgulanmışlık hissini arttırabileceği yorumunu aktarıyor. Yanıt Çehov’da gizli: “Bir öyküde silah sözcüğü geçiyorsa o silah mutlaka patlamalı!”

Benzer bir durum, “Üç Maymun”un en çok eleştiriye tabi tutulan yönü olan, kadın karakterinin yeterince işlenip işlenmediğiyle ilgili. Yönetmen, kadının politikacıya tutkusunu aşkın akıldışı boyutuna bağlıyor ve filmin içinde hızlı sayılabilecek bu gelişmeyi “her kesme bir zaman aşımı olabilir sezgisinin izleyicide oluşmasını umduk.” sözleriyle savunuyor.  Ceylan’ın kadınlara ilişkin bir savının ise tartışmaya hayli açık olduğunu düşünüyorum: “...kadın, güçlü bir otoriteye, kendi bilincini aşan, dolayısıyla kendini rahat ettirecek...bir otoriteye kendini teslim etme güdüsünü daha kolay hayata geçirir.”

Söyleşinin diğer bölümlerinde yönetmenin hayata ve seyirciye bakış açısının ipuçlarını yakalamak, yakın ve uzak planların, dublajın ve ses kurgusunun inceliklerine dair görüşlerini almak; kısacası “Üç Maymun”a dair üç maymunu oynamamak için gölgede kalmış ayrıntıları yakalamak mümkün...

Girişte de vurgulandığı üzre, sinema yazınında görece olarak büyük bir yoğunluğun yaşandığı bir dönemden geçerken, yedinci sanatın tüketim kültürünün bir parçası olmasına seyirci kalmamak adına Fırat Yücel’in söyleşisine benzer çalışmaların anlamı büyük oluyor. Hele bir de, böylesi bir yoğunlukta nitelikli yazı bulmak ‘samanlıkta iğne aramakla’ özdeş olmuşsa!