iklimler
 
nbc home  




Bütünden parçalara

Kutlukhan Kutlu, Sinema Dergisi, Kasım 2008

Üç Maymun" başladığında kendimizi bir nevi "film noir" evreninde buluyoruz: Perdedeki kareler bu sevilen ve pek sık esinlenilen türden tanıdığımız görsel motiflerle yüklü; üstelik de her şey bir suçla (ölümle sonuçlanan bir araba kazası) ve onun peşisıra gelen bencilce bir kararla tetiklendiğinden öykü de kara film sularına yakın seyrediyormuş gibi görünüyor... Ancak yerde yatan cesedin meşum karaltısına ve o cesetten sorumlu adamın yüzündeki müthiş kaygıya rağmen, izlediğimizin tam anlamıyla "tür sineması" olmadığını çıtlatan bir tekinsizlik de var ortada. Nitekim giriş sekansına veda edip de filmin baş karakterlerinin, yani Hacer, Eyüp ve oğulları ismail'in evinden içeri adım attığımızda Nuri Bilge Ceylan'ın klasik kara filmin ayak izlerini takip etmenin çok ötesinde bir şeylerin peşinde olduğu tüm netliğiyle ortaya çıkıyor.

"Üç Maymun"un öyküsü kara filmler kadar Yeşilçam melodramlarından da öğeler taşıyor -öyle ki yönetmenin filmin üzerine çöreklenen "Yeşilçam klişelerine batma tehlikesine kendini hiç kaptırmadan her bir "klişe"nin etrafından kıvraklıkla dolanması da filmin cazibesinin bir parçası halini alıyor. Öykü kabaca şöyle: Zengin adam işlediği suçun cezasını çekmemek için, şoförüne para karşılığında onun yerine hapse girmesini teklif ediyor. Şoförün teklifi kabul etmesi, karakterlerin sonuçlanyla yüzleşmek istemeyerek duymazdan ve görmezden geldiği bir olaylar silsilesine yol açıyor. Bu olaylar yavaş yavaş bir "aldatma dünyası" yaratıyorlar ve herkesin nihayetinde "kendi işine öyle geldiği için" sesini çıkarmadığı boğucu bir "bastırma" havası hakim oluyor filme.

Bu "bastırma"nın yönlendirmesiyle "Üç Maymun", kara filmden doğrudan beslenmekten ziyade, bu türün daha önce keşfetmiş olduğu topraklara yeni bir yoldan varıyor. Bir bakıma kendi tematik gereksinimlerinden doğan yeni bir kara film ortaya çıkarıyor. Karakterlerin içinde olup bitenler dışarı sızmak, yani sinemasal açıdan varolmak için kıyasıya bir mücadele veriyorlar: Sarı ve yeşil tonlarının ağır bastığı renk paletinde insanların bronza çalan yüzleri metal tozuyla kaplanmış gibi görünüyor. Sanki dış dünyadan yalıtılmaya çalışılmış gibi. Ama bütün bu yalıtım içteki gerginliğin ve kaygının bedensel sıvılar ve sesler vasıtasıyla dışarı taşmasını engellemiyor. Kusma, kanama, sürekli terleme ve tabii bir de filmin ses tasarımının başlıca unsurlarından olan nefes alıp verme sesleri ile iç dünya bizim gözlemleyebildiğimiz dünyaya "nüfuz ediyor"... (Sadece karakterlerin değil, çevrenin resimleriyle de soluk kesici bir şekilde görselleştirilmiş bu "gözlemlenebilir dünya"nın bence tek davetsiz misafiri, ailenin ölmüş oğlu. Çocuğun bedenlendiği o hayli ürpertici sahneler belki baştan beri izlerini gördüğümüz şiddetli "sızıntı" halinin sembolik zirvesini teşkil ediyorlar ama "gergin karakterlerin stilize gerçekliği" ile hepten "gerçeküstü" arasındaki o hassas duvarı da alaşağı ediyorlar.)

"Üç Maymun" nihayetinde klasik anlamda bir öykü takip ediyor etmesine (Nuri Bilge Ceylan'ın şimdiye kadarki en "öykü tabanlı" filmi denebilir buna)... Gelgelelim öyküsüne klasik bir tavırla yaklaşmıyor. Yönetmenin önceki işlerinden epey farklı bir tarza sahip olsa da, hâlâ tam anlamıyla konvansiyonel sinema değil bu. Filmin konusuna baktığınızda her şey fazlasıyla tanıdık görünebilir ama "Üç Maymun"un asıl merkezi öykünün çizdiği genel eğri değil, ayrıntıları. Öykü, "akışı takip edilen" bir şey gibi değil de, parçalan incelenmesi gereken bir şey gibi ele alınıyor. Sanki popüler sinemanın gündelik gerçekliklerden dramatik öykü yaratma çabasının tersine, çok kullanılmış bir dramatik şemadan geri gelerek o gündelik gerçekliklere, detaylara ulaşılmaya çalışılıyor.

Buna paralel olarak her bir plan popüler sinema izleyicilerinin alışık olduğundan epeyce daha uzun duruyor perdede. Repliklerin kendileri kadar o repliklere nasıl varıldığına, eylemlerin kendileri kadar o eylemler arasındaki tereddütlere de önem veren bir anlatım tarzı bu. Alışıldık hazırcevap alışverişler gidiyor, onların yerine iç dünyalanyla boğuşan insanlann sadece söyledikleri şeylerle değil, hissettirdikleri şeylerle de yürüyen bir imalar dünyası geliyor. Her aşamada tam olarak onaylamadıkları ama işlerine gelen kararlar veren "Üç Maymun" karakterlerinin baştan sona bir duygusal hazım problemi yaşadığı söylenebilir; Nuri Bilge Ceylan'ın telaşsız gözlemciliği de bu hazım problemini çarpıcı bir şekilde sinemasallaştınyor.

"Üç Maymun"un öyküsü genel olarak toplumun durumu hakkında bir mesaj gibi değil de, insan üzerine bir gözlem gibi yapılandırılmış olsa da, nihayetinde bu toplum üzerine bir şeyler de söylüyor. Anne, baba ve oğulun yarattığı mikro-toplumun içindeki ilişkileri, kendi sorumluluğunu üstlenmekten kaçarak her şeyi başlatan zengin patron Servet üzerinden Türkiye'nin geneline de yansıtmak mümkün. Seçimlerde aday olan Servet, sinirini bozan telefon konuşmasında "siyasete, vermek için değil, almak için girdiğini" söylüyor ama filmin hiçbir ânında "verici" görünmüyor: Yaptıklarının sonuçlarından sürekli kaçan, her durumda bencilce kararlar veren biri. Sonra da kalkıp "politikada bizim gibilere yer yok" gibi bir yakınmayla zihninde kendisi hakkında nasıl çarpık bir imaja sahip olduğunu da gösteriyor. Belki de bu vasıtayla "Üç Maymun", kişisel "doğruluk pusulalarımız"! görmezden gelerek kendi çıkarlarımız doğrultusunda karar vermekle kalmayıp, gittiğimiz yönün doğru olduğuna da kendimizi gayet güzel inandırdığımızı ima ediyor.