iklimler
 
nbc home  



 


Nuri Bilge Ceylan sinemasında yeni bir eşik: Üç Maymun

Umut Barış Dönmez, Taraf Gazetesi, 27 Eylül 2008

 

Birçok festivalde, özellikle Cannes’da ödül alan "Üç Maymun" Şimdi de Oscar yolcusu. Siyah-beyaz görüntüler ve hikâyesiz filmlerle baŞlayan Nuri Bilge Ceylan sineması önce renklendi, ardından dramatik yapısını daha belirgin bir hale getirdi ve en nihayetinde sinema sektörünün en önemli ödüllerinden biri olan Akademi Ödülleri’ne katılmak için aday adayı oldu.

Lafı uzatmadan en sonda edilecek sözü en başta söyleyeyim: Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi ‘Üç Maymun’u büyük bir heyecanla izledim ve çok beğendim. Filmi Ağustos sonunda Saraybosna Film Festivali’nde bir açık hava gösteriminde yaklaşık üç bin kişi ile birlikte seyrederken, devasa perdeden akan harikulade görüntüler bana, sanatçının ilk filmi ‘Koza’dan beri süregelen sinema macerasının yepyeni bir durağında olduğumuzu düşündürttü. ‘Koza’, ‘Kasaba’, ‘Mayıs Sıkıntısı’, ‘Uzak’, ‘İklimler’ ve şimdi ‘Üç Maymun’ ile birlikte, hiç kuşku yok, bünyesinde kendine has özellikler barındıran, ‘auteur sineması’ olarak adlandırdığımız bir bütünlük arz eden çarpıcı bir sinema külliyatı oluşturmayı başardı Nuri Bilge Ceylan. Ama onun sineması aynı zamanda bu bütünlük içinde ve bu bütünlüğe zarar vermeden sürekli olarak ileri doğru bir devinim, bir değişim de gösteriyor. Sanatçı sanatını her yapıtında dönüştürmeyi başarıp aşama kaydediyor. Bunu daha iyi kavrayabilmek için ilk önce kısaca ‘Üç Maymun’ öncesine bir bakalım.

ÜÇ MAYMUN ÖNCESİ

Sinemaya geçmeden önce siyah-beyaz fotoğrafçılığın önde gelen isimlerinden biri olan Nuri Bilge Ceylan’ın kısa filmi ‘Koza’ ve ilk uzun metrajı ‘Kasaba’, yönetmenin çocukluğunu geçirdiği Yenice’nin kırsalında çekilmiş siyah-beyaz filmlerdir. Görselliğin ön planda olduğu, bir hikâye ya da dramatik yapıdan bahsetmenin çok zor olduğu, atmosfer sineması olarak adlandırılabilecek filmlerdir bunlar. Nuri Bilge bu filmlerin sadece yönetmeni değil, aynı zamanda hem yapımcısı, hem görüntü yönetmeni, hem de senaristidir. Filmde amatör oyuncular rol almıştır ve bunlar yönetmenin aile üyeleri ve yakınlarından oluşmaktadır. Şubat 2003 tarihli Altyazı’da yayımlanan söyleşisinde dile getirdiği gibi, sanatçı adeta sinema pratiğini fotoğrafa benzetmeye çalışmaktadır. Minimum bir ekip ve küçük bütçelerle çalışıp üretim süreci bağlamında da sinemayı bireysel bir sanat haline dönüştürme çabasıdır bu. Başarılı olmuştur. Siyah-beyaz görüntülerin gücüne dayanan yalın bir sinema dili ile taşranın duygusunu izleyicilere geçirmeyi başarmıştır. Böylelikle, sonraları pek çok sinema öğrencisine ve yönetmen olma hevesindekilere örnek teşkil edecek kendine özgü bir modelle giriş yapar sinemaya.

SİYAH-BEYAZ'DAN RENKLİYE

‘Mayıs Sıkıntısı’ ile birlikte çıtayı yükseltir. Bu defa renkli çeker filmi. Başrollerde yine ailesi ve yakınları vardır ve film yine Yenice’de geçmektedir; ama bu defa anlatacak bir hikâyesi vardır yönetmenin. Her ne kadar hikâye ön planda olmasa da, olaylardan ziyade ruh hallerinin yansıtıldığı bu film çok başarılı dramatik anlar içermektedir. Nuri Bilge taşradaki hayatı ve sıkıntılarını şiirsel bir gerçekçilikle peliküle aktarırken mümkün olduğunca az diyalog kullanır ve bir yandan da izleyicisine enfes pastoral manzaralar sunar; ‘renkli’de de aynı derecede güçlü görsel etkiye ulaşabildiğini kanıtlamıştır.

BAŞROLDE İKİNCİ BENLİK

‘Uzak’ta artık Yenice’yi terk eder ve mekân olarak ‘Şehr-i İstanbul’u seçer kendine. Sineması için yeni bir aşamadır bu. Eski filmlerinden aşina olduğumuz amatör oyuncuların (Belki artık onlara amatör dememek gerekir) yanı sıra profesyonel oyuncular da eklenmiştir kadroya. Tabiat ananın açık mekânlarının yerini kapalı mekânlar ve İstanbul manzaraları almıştır. Hikâye ve karakterler önem kazanmış, güçlü bir mizah duygusu açığa çıkmıştır. Senaryo sürecinde yazar Cemil Kavukçu ile yaptığı görüş alışverişleri artık Nuri Bilge’nin dramatik yapıya ve hikâyeye verdiği önemin göstergesidir. Ekonomik bir anlatım ve küçük detaylarla karakterlerinin iç dünyalarını görünür kılan yönetmen bu filmiyle Cannes’da ikinci büyük ödül olan jüri ödülünü kazanır. Bu filminde de önceki filmlerinde olduğu gibi merkezde kendisine benzeyen, adeta kendisinin ikinci benliği olan bir ana karakter vardır. Bu karakter aracılığıyla cesurca kendisine dönük bir özeleştiri de yapar Nuri Bilge ve bunu filmindeki mizaha yer yer kaynak olarak kullanmasını da bilir.

35 mm YERİNE DİGİTAL

‘İklimler’de bu karakter yine iş başındadır ve üstelik bu defa bizzat yönetmenin kendisi tarafından canlandırılmaktadır. (Filmdeki ‘ikinci benliğini’ kendisi canlandırarak bu karaktere ve bu filmlere son noktayı da koymuş olduğunu ima ediyordu belki, kimbilir.) Kadın-erkek ilişkilerini, aşk, sadakat gibi kavramları masaya yatıran sanatçı, filmde gerçek hayattaki eşi Ebru Ceylan ile birlikte rol almış, filmde iki sevgiliyi canlandırmışlardır. Nuri Bilge ‘İklimler’de kamerayı ilk kez kendisi kullanmamış, görüntü yönetimini Gökhan Tiryaki’ye bırakmıştır. Filmin dijital video ile çekilmiş olması da yönetmen için bir ilktir. Mizansenleri, çarpıcı görselliği, ses ve görüntü kurgusu, belli belirsiz müzik kullanımı ile ‘İklimler’ Nuri Bilge Ceylan sinemasının tüm belirgin özelliklerini taşımaktadır. Film, Cannes’da Fipresci ödülünü alır.

ÜÇ MAYMUN

Nuri Bilge Ceylan’ın kendi kendine küçük meydan okuyuşlar şeklinde her filmiyle usul usul aşama kaydedişi, bir başka deyişle –yukarıda değinmeye çalıştığım- sinemasının akışkan dinamiği, ‘Üç Maymun’ ile kimsenin dikkatinden kaçmayacak bir biçimde tecelli ediyor. Bu defa kendisine benzer bir karakter yok filmde; kendisinin ve yakın çevresinin tamamen dışında bir dünyayı anlatıyor. Başı sonu belli, sağlam dramatik çatışmalar içeren bir hikâye ile çıkıyor karşımıza. Üstelik Yeşilçam melodramlarını hatırlatan bir hikâye bu. Hikâyenin kahramanları alt sınıftan bir ailenin üyeleri. Bu karakterleri ise aralarında Yavuz Bingöl’ün de bulunduğu profesyonel oyuncular canlandırıyor. Film ekibinin de artık daha genişlediğini, örneğin senaryonun üç kişilik bir ekip halinde yazıldığını da belirtmeli. ‘İklimler’de olduğu gibi kamera yine Gökhan Tiryaki’ye emanet; ve yine dijital video kullanılmasına karşın bu defa renk, ışık ve görüntülere müdahaleler daha belirgin sanki. Gerek tematik, gerekse estetik anlamda yönetmenin kendisini daha bir serbest bıraktığını ve üzerine yapışan ya da yapışmak üzere olan stereotiplerden silkindiğini söyleyebiliriz. Çok da iyi oluyor. Çünkü bunu sinemasını güzel kılan alameti farikalarından vazgeçmeden, sinemasının ahenkli bütünlüğüne zarar vermeden yapıyor. Ortaya da göz alıcı bir biçem-içerik uyumu çıkıyor. Biraz açalım..

İDDİALI YÖNETMENLİK

Filmin hikâyesi kısaca şöyle: Yaklaşan seçimlerde milletvekili adayı olan politikacı Servet direksiyon başında uyuyakalınca bir yayaya çarpıp ölümüne sebep olur. Politik kariyerini tehlikeye atmamak için para karşılığı şoförü Eyüp’ün suçu üstlenmesini ister ve Eyüp de teklifi kabul ederek onun yerine hapse girer. Bu kararı sadece kendisinin değil, geride bıraktığı karısı Hacer ve oğlu İsmail’in hayatlarını da derinden etkileyecektir. Eyüp içerideyken seçimleri kaybeden Servet, Hacer’i baştan çıkartarak onunla ilişkiye girer. Bu ilişkiden haberdar olan İsmail ne yapacağını bilemez. Eyüp’ün hapishaneden çıkışı ile birlikte işler iyice sarpa saracaktır.

Nuri Bilge Ceylan, Üç Maymun’un melodramatik hikâyesini anlatımı ile gerçekçi kılmayı başarıyor. Abartılara kaçmadan, doğrudan olanları değil olanların etkilerine odaklanarak, bir başka deyişle ‘göstermeden göstererek’ ve karakterlerinin psikolojilerine odaklanarak anlatıyor hikâyesini. İkilemler içinde kalan, suçluluk duyguları içinde kıvranan karakterlerinin ruh halleri diyalogsuz olarak, terli ve gergin yüzlere yapılan yakın planlarla ve suskun bakışlar aracılığıyla aktarılırken, karakterlerin bu sıkışmışlık halleri filmin genel havasına birebir yansıyor. Siyahların, grilerin, koyu yeşillerin hâkim olduğu renkler, kurşuni gökyüzü, köpek havlamaları, nefes sesleri, gıcırdayarak açılan kapılar, aniden açılan pencereler, damlayan musluklar, karakterlerin içinde kopan fırtınalara koşut olarak çakan şimşekler, şiddetli gök gürültüleri tekinsiz, karanlık bir atmosfere sahip kılıyor filmi. İnsana neredeyse bir gerilim filmi izlediğini düşündürten, küçük kardeşin hayalinin-hayaletinin göründüğü iki sahne ise izleyicilerin yüreklerini hoplatmaya aday. (Dikkatli izleyiciler uyku ile uyanıklık arası ya da uykuda görülen rüyaların görselleştirilmesinin yönetmenin önceki filmlerindeki örneklerini hatırlayacaklardır.) Kusursuz mizansenleri, görüntüleri, rol çalan ses kurgusu, ustalıklı zaman sıçrayışları, etkileyici oyunculukları (Amatör ya da profesyonel her oyuncudan istediği performansı almasını biliyor NBC.) enfes İstanbul manzaraları ve sağlam hikâyesi ile ‘Üç Maymun’un Nuri Bilge Ceylan’ın bu zamana kadarki en iddialı filmi olduğunu söylemek yanlış olmaz.

SEYİRCİ ÜÇ MAYMUN OLMASIN

Sorunlarıyla yüzleşmek yerine iletişimsizlik girdabında kaybolup üç maymunu oynayan karakterlerin aksine, izleyicinin izlediklerini sorgulaması ve üzerine düşünmesi için bolca malzeme barındırıyor film. Yönetmenin izleyicisine güvenip her ayrıntıyı göstermemesi, kendi bakışını empoze etmekten kaçınması filmi yoruma açık kılıyor. Daha ticari gösterime girmeden filmi yurtdışı festivallerde izleme olanağı bulan eleştirmen takımı, kadın karakterin konumlandırılması, küçük kardeşin anneye gözükmemesi ve filmin sonuyla ilgili tartışmalara başladılar bile. Ben kişisel olarak filmi değerlendirirken, filmdeki olayların ve karakterlerin davranışlarının gerisinde yatan gerçekliğin üzerine düşünülmesi gerektiğini, filmin asıl meselesinin orada saklı olduğunu düşünüyorum. Taşradan şehre göç eden insanların başlangıçta ne tam olarak şehirli olabilmeleri, ne de artık tam olarak taşralı kalabilmeleri halinin tüm çatışmaların arkasındaki asıl büyük ikilem olduğunu düşünüyorum. Kişilerin taşradan getirdikleri değerlerini korumaya çalışarak para kazanmanın asıl amaç haline geldiği ‘yozlaşmış’ şehir hayatında varoluş mücadelesi vermelerinin güçlüğü ve bunun doğurduğu çelişkiler, bu çelişkilerin doğurduğu kültür ‘Üç Maymun’da adeta vücut buluyor. Arabesk melodili cep telefonu (‘Mayıs Sıkıntısı’ndaki Lambada melodili çakmağın kullanımını anımsamamak mümkün değil), boğaz manzaralı gecekondu, karakterlerin televizyonda izlediği eski Yeşilçam filmleri gibi filmde belirgin olarak yer eden semboller bu amaca hizmet ediyor kanımca.

HAYDİ SİNEMALARA

Yazımı bir temenni ile noktalamak isterim. Diliyorum ki ‘Üç Maymun’ yönetmenin önceki filmlerinde olduğu gibi Fransa’da Türkiye’den daha çok kişi tarafından izlenmesin. Diliyorum ki yönetmenin Cannes’da ödülünü alışı sırasında yaptığı konuşmanın medyamızda zorlamayla oraya buraya çekiştirilmesiyle kopan gürültü bir işe yarasın ve izleyicileri sinemalara çeksin. Ortada tek bir gerçek var: Sinemasının yetkinliği Cannes’dan birkaç kez tescilli Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerini altyazısız olarak izliyor olmamız bizler için bir şans. Bu şansı kaçırmamak gerek.