iklimler
 
nbc home  



 

Çok çalışmaktan dil öğrenmeyi unuttum

Ayça Örer, Taraf Gazetesi, 31 Mayıs 2008

 

Cannes’da Nuri Bilge Ceylan’a En İyi Yönetmen ödülünü getiren Üç Maymun’un başrol oyuncusu Yavuz Bingöl festivalde pek çok film teklifi almış. Dünyaya açılma şansı yakalayan Bingöl’ün tek sorunu yabancı lisan eksikliği: Şimdi ilk iş dil öğreneceğim

Daha yeni döndünüz. Nasıl geçti Cannes?
Daha festivale gitmeden ödül alacağını söylemiştim Nuri Bilge Ceylan’a. Bambaşka bir dünyaya gittik. Ayvalık, Kuşadası, Bodrum gibi bir yer Cannes ama inanılmaz bir deneyim var. Yarışan filmlerin oyuncuları ve yönetmenleri gerçekten dünya starı gibi. Bunu size yoldan lokantaya kadar hissettiriyorlar. İnanılmaz büyülü bir ortam yaratmışlar. Yerel yönetimlerin hükümetle işbirliği yapınca neler başardığını, devletin sinemaya, sanata, kültüre nasıl destek olduğunu görüyorsunuz. Bizim ülkemizdeki festivallerle karşılaştırmak mümkün değil. Hayatımda hiç bu kadar uzun süre ayakta alkışlanmadım. Asistanıma dakika tutturdum. Yapımcı Zeynep Özbatur “Uzak filminde ödül aldığımız zaman 11 dakika ayakta alkışlandık” demişti. Bunun üzerine dedim ki “Dakika tut görelim.” Tam 9 dakika tutmuş.


Kırmızı halı sendromu yaşayıp heyecanlanmadınız mı?
Dünya basınıyla karşılaşıp, o kadar çok fotoğraf makinesi, kamera görmek ilginç. Biz biraz alışığız, yine de çok etkileyiciydi. Dünyanın en büyük perdesi oradaymış, 26 metre, filmi ilk kez orada seyrettik. Oyuncuları kırmızı halıya en son alıyorlar, o dev perdede içerideki beş bin kişi oyuncu ve yönetmenin salona girdiğini görüyor ve alkışlıyor. 11 gün boyunca rüya görmüş gibiyim. Rüyadan uyandım. Ben bilerek oraya sakladım, izlemedim filmi. “Bu sahneyi çekmiş miydik biz” dediğim anlar oldu. Çok duygulandım. Cannes’da Sean Penn’le sohbet imkanı buldum, filmin konusundan yola çıkıp dünyada gelinen noktayı tartıştık. Kendisi ABD’de üniversite öğrencileriyle yoksul semtlere gidip evlerin dış cephelerini boyuyormuş. Gıda, giyim malzemesi götürüyorlarmış. Onunla konuşmak çok heyecan vericiydi. Orada sisteme karşı mücadele ediyorlar. ABD’li bir starla aynı görüşte olmak güzel bir şey. O ülkesindeki yoksullardan bahsetti, ben kendi ülkemdeki. Onu İstanbul’a davet ettim.


Oyuncularını hep tesadüflerle bulan bir yönetmenle çalıştınız ve böyle bir iş çıktı ortaya. Nasıl buluştunuz?
Hem gazete ilanıyla tanınmayan isimleri araştırmış, hem popüler isimlerle deneme çekimleri yapmış. Biz de tesadüfen kesiştik. Beni deneme çekimine çağırdı. Onunla deneme çekimine girerken çok heyecanlıydım. Bana birkaç cümleyle sadece oyunculuğumu doğal bulduğunu ifade etti. Bendeki bilgisi bu. Onu önceden tanıyan, ödül almadan önce de sinemasının farkında olan birisiydim. Hem Kasaba hem Mayıs Sıkıntısı filmlerini çok beğenmiştim.


Nuri Bilge Ceylan sizi çağırınca keşfedilme hissi yaşadınız mı?
Evet. Bu filmdeki oyunculuğumu tamamen Nuri Bilge Ceylan’a borçluyum. Çünkü ben kolay kolay kendimi beğenmem ama bu filmde kendimi de beğendim. Yalnız Cannes’da dil zorluğu çektim. Bir an önce bunu halletmem lazım.


Ödül alsanız Frank Sinatra’dan My Way’ı söylemeyi planlıyordunuz ama?
?arkı ezberlemek benim için daha kolay. Bir de My Way benim için çok özel bir şarkıdır. Frank Sinatra, Elvis Presley hayranıyım. Onların şarkılarını sesime çok yakıştırırım. Kendi içimde mırıldanırım ama Beyaz Show’a çıkıp söyleyeyim demedim. Sesime yakışıyor o tür şarkılar. Belki ilerde büyük bir orkestrayla kendim için öyle bir albüm çalışması yapabilirim.


Cannes’da sizin Türkiye’de tanınan bir müzisyen olduğunuz biliniyor muydu?
Filmden sonra yapılan röportajlarda biraz söyledik ama Nuri Bilge Ceylan çok öne çıkarmamı istemedi. Oyunculuğum öne çıksın istedi.


Herkes dünya çapında bir sanatçı olmak isterken siz bir anda bu filmle dünyaca tanınan bir insan oldunuz. Buna ne diyorsunuz?
Ev tuttum, 11 gün kaldım Cannes’da. Yolda yürürken fotoğraf çekiyorlardı filmi seyredenler. Özellikle jüri başkanı Sean Penn ve Natalie Portman’la konuştuğum zaman çok güzeldi. Yarışmadan sonra yemek verdiler, dikkatlerini çekmişim. Benim oyunculuğumla ilgili insanı gururlandıran, teşvik eden şeyler söylediler. Sean Penn’le fotoğraf çektirdik. Cezayir asıllı bir Fransız yönetmen bana iki gün sonra gelip film teklif etti. “Hikâyemdeki karakteri sizde buldum” dedi. Kartını verdi. Bir Meksikalı yönetmenin dikkatini çekmişim. Dört beş tane film teklifi var yurtdışından. Dünya piyasasına girmek çok kolay değil ama sinema çok etkili bir şey. Filmden sonra Sean Penn gelip “Sizi Ömer ?erif’e benzettim. Filmdeki ifade, duruşlar, bakışlar onu düşündürüyordu, jüride en fazla tartışılan dört oyuncudan biriydiniz” dedi. Bunlar benim için çok özel şeyler.   


Rol arkadaşınız Hatice Aslan tecavüz sahnesinden haberdar olmadığını açıkladı. Siz de bu sahnede zorlandığınızı söylediniz.
O sahneyi nasıl çekeceğimi düşünmüştüm. Ben utangaç bir insanım. Yönetmenimiz o kadar güzel hazırladı ki bizi. Oyuncunun ne düşündüğünü, hissettiğini çok iyi biliyor. Sahne öncesinde çok iyi hazırlıyor. Bu sahnede çok zorlanmadım açıkçası. O sahneyi ilk defa izlediğimde yadırgamadım. Filmde şurada zorlandım: Geçen sene çok sıcaktı, Temmuz’un en sıcak günlerinde üzerimde boğazlı kazak ve ceket vardı. Tansiyonum düştü, bayılma noktasına geldiğim dönemler oldu.


Peki 11 gün sonrasında ne değişti?
Bir şey değişmedi aslında ama Sean Penn, e-mail ve telefonlarını verdi. Mesela gidip onun o kampanyasına katılmak isterim. Gittiğim zaman arayacağım kendisini. Bu şeyleri düşünmek yaşamak çok güzeldi. “Bir arkadaş daha edindim” diye düşünüyorum. En iyi oyuncu ödülünü alan Benicio Del Toro’yla biraz sohbet ettim. Ödül yemeğinden sonra, gece 2’de bir bara gittik, köşede oturuyoruz, Del Toro ve Sean Penn karşımızda. Bana kadeh kaldırdı uzaktan, masalarına gittim oturdum. Çok ince bir davranıştı bu. 


Anneniz Şahsenem Bacı ünlü bir ozan. Türkü söylemeye yönelmenizde onun etkisi var mı?
Annemin ozan olması nedeniyle, çok küçüklükten bu yana bildiğim türküleri söyledim. Öyküsü beni çok etkileyen türküler var. Kendi yorumumu katıp piyanoyla, bağlamayla, bir enstrüman grubuyla birleşince insanların dikkatini çekti. İlk albüme Victor Jara’nın sözünü yazmıştım. O dönem bunlar dikkat çeken şeylerdi. Kapakta fotoğraflarım yoktu. İnsanlar beni dinliyorlar ama tanımıyorlardı. Pop müziğin milyonlar sattığı bir dönemde, İstanbul’da hiçbir yapımcı yanaşmadı bu albümü yapmaya. Ankara’da Ezgi Müzik’le yapmıştım. ?imdi gidip türkü derleme şansım yok ama bir çok insan bana eserlerini ulaştırıyor zaten. Zaten annemden yana çok şanslıyım. Elimde ?ahsenem Bacı diye bir şey var ve ben daha onu değerlendirmiş değilim. 1500’e 2000’e yakın şiiri, 200’e yakın bestelenmiş türküsü var, ben annemden 4-5 türkü okuyabildim 9 albümdür. O da sitem ediyor bazen bana “Niye benden bir şey okumuyorsun” diye. Bozmaktan korkuyorum. Annemle de bir şey yapmak istiyorum. Bu aralar yapacağım, böyle bir çalışma var. Annem benden pop dinlemeyi sevmiyor. Albümlerde onlara denk gelince, atlıyor. “Sen türkü söyle” diyor. Filmin Cannes’a gideceğini anneme 1 Mayıs’tan sonra haber verdim. Çok sevindi. Yoğunluktan 4-5 aydır görmüyorum onu, çok özledim aslında.

Bu telaş içinde aşk acısı geçti mi? Heyecan burukluğunuzu almadı mı?
Yok henüz geçmedi. Bence insan hayatta bir kez aşık oluyor. Bu yaşa geldim tespitim budur. Aşk acısıyla beraber yaşamayı öğreniyorsunuz. Neyi iyi bilip bilmediğimi bilmiyorum bu konuda. İnsan kendini küçük bir çocuk gibi de hissediyor. 44 yaşındasın ama her saniye birşey öğreniyorsun. Bu konuda çok dik durmuyorum. Ne yaşanması gerekiyorsa yaşıyorum. Bazen çocukluk yapıyorum. Dik durulması gereken bir durum değil bu bence. İçim dışım bir.


Bundan sonra çıtanız yükselecek mi?
Çok fazla duygularımla hareket ediyorum. “Bu film böyle bir başarı yakaladı artık başka şeyler yapmalıyım, her şeyi kabul etmemeliyim” diye bir sınırım yok. Bugüne kadar olduğu gibi yine bir işi kendi kalbimde yoğurduğum şekliyle kabul edeceğim. Normal yaşantımı sürdüreceğim. Yalnız orada dil zorluğu çektim. Dört yıldır çok çalışmaktan dil çalışmaya zaman ayıramamıştım. Cannes’de onun ne kadar önemli olduğunu gördüm. Dil sorunun geciktirmeden halletmeyi düşünüyorum.  

Grup Umuda Ezgi’yle başlayan kariyerinizde ilk politik kimliğinizle ön plandaydınız. Sonrasında daha popüler işlerde yer aldıktan sonra, son bir yıldır yine politik açıklamalarla gündeme geliyorsunuz, bu aradaki süreci nasıl gelişti?
Hayat zor. Siyasi bilincimi yitirmiş bir insan değilim aslında. Türkiye’de kendimizi ifade edecek alanlar yok. Birisi katledilince cenazelerde biraraya geliyoruz. Çok sert açıklamaları olan biri olmadım ben. Kendimi ifade etme zeminini birazcık kaybettim ben. Kendi isteğim, özgür irademle, Türkiye’de şu anda sol politika adına politika üreten kimlerse birarada olmamayı seçtim. Türkiye’de sol bir alternatif tabii olmalı ama sonuçta sağcı bir ülkede yaşıyoruz. Yüzde 90 belki sağcı. Yüzde 10’luk potansiyel de bölük pörçük, dağılmış durumda. Kendinizi ifade edecek zemininiz olmadığında, inandığınız değerleri bu sefer kendi içinizde hayata geçiriyorsunuz. Halkevleri, sendika, üniversite konserlerine çıkıyor, savaş karşıtı, nükleer karşıtı eylemlere katılıyorsunuz. Türkiye’de solun gelişmesi sadece devletin uyguladığı politikalarla ilgili değil. Biraz kendi içimize de bakmak lazım. İnsan ilişkilerinde de bence masum değiliz. Popüler kültürün içinde olmama rağmen kendi değerlerimi koruyarak yaşamaya çalışıyorum. Çok zengin bir tip de değilim. Parayı har vurup harman savurmuyorum ama parayı seven biri değilim, ihtiyacı olan biri varsa paylaşırım. İlk albümlerim benim için daha özel albümler aslında. Daha üretken olduğum, müzisyenliğimi daha çok ön plana çıkardığım.  

1 Eylül Barış Günü’nde ünlü müzisyen Djivan Gasparyan’la bir konser verdiniz. Bu proje nasıl ortaya çıktı?
Hrant Dink öldükten sonra e-mail attım. “1 Eylül Barış Günü’nde böyle bir şey yapmak istiyorum” dedim. 84 yaşında bir insan. Hiç umudum yoktu doğrusu. Çıktı ABD’den geldi provalara. Hayatımda verdiğim en özel konserlerden biriydi. Çınar ağacı gibi bir insan. ?imdi onunla bir dünya turnesi düşünüyoruz. Öncelikle Ermenilerin yaşadığı yerlerde yapmayı planlıyoruz. “Ermeni Soykırımı”nı destekleyen ülkelerde. Fransa, Amerika, Marsilya. Bir de Erivan’da yine 1 Eylül’de bir konser vermek istiyoruz. Bunu barışa hizmet olarak görüyorum. Hrant Dink’in öldürülmesi büyük bir talihsizlik. Ben de Nuri Bilge gibi çok koşulsuz ve tutkuyla bağlıyım bu ülkeye. Bunlar çok üzücü şeyler. Zor bir ülkede yaşıyoruz. Eğer ülke terk edilecekse, terk etmesi gereken bizler değiliz. Bu projeyi çok önemsiyorum ama Kültür Bakanlığı’ndan henüz haber çıkmadı. “Benim kadar önemsemiyorlar” diye düşünüyorum. Soykırım sorunu, yıllardır sürüyor. Karşılıklı yaşanmış bu; günümüzde hâlâ problem olması çok kötü. Niçin bu sorun çözülmüyor? Biz Sarıkamışlı’yız. Anneannem, dedem anlatır. Onlar da yapmış biz de yapmışız. Benim köyüm Enver Paşa’nın konakladığı köydür. Ben de bir gazinin torunuyum. Babam taşıyor İstiklal Madalyası’nı ondan sonra bana geçecek.