iklimler
 
nbc home  




Üç Maymun'u Çekmek

Seray Genç, Yeni Film, Sayı: 17, Mart 2009

 

 

Bir Çelişkiye Değini
Bir geçmiş yıl değerlendirmesi yapıldığında sinema adına iki ayrı yön, iki ayrı dünyadan haberler vererek başlamak mümkün olur. Bu yönlerden bir tanesi ticari sinemanın 2008 yılındaki zirvesi Recep İvedik, bir diğeri Cannes Film Festivalinden Nuri Bilge Ceylan'in aldığı en iyi yönetmen ödülü. Öyle ki Nuri Bilge Ceylan sadece yaptığı filmle değil, ödül töreninde yaptığı konuşma ile de çokça konuşuldu, tartışıldı. Daha çok entelektüel tartışmaların konusu olan bu konuşmanın karşısında aynı yılın Recep İvedik'in yarattığı anti entelektüel kampanyası duruyordu. Siz bu yazıyı okuduğunuza göre hala Recep İvedikleştiremediklerimizdensiniz.

Sinemamızdaki çelişkili durumlar bundan ibaret değil elbette. Bu yazının konusu da tek başına bu çelişkiler değil. Ancak "yalnız ve güzel ülkeye" adanan ödülün aynı zamanda "kompleksli ve agresif" insanların yaşandığı, el üstünde tutulduğu bir ülke olduğu gerçeğini, bu iki dünyayı da içeren bir Türkiye sineması gerçekliğini doğruluyor. Herkesin kendi meşrebince yorumladığı Nuri Bilge Ceylan'm konuşması, sinemasını bilmeyenlerin dahi gündemini oluştururken izleyen sayısı elbette milyonları bulmadı.

Üç Maymun filmi üzerine yazılanlar da iki ayrı uca savrulabiliyordu. Sadece filmden değil filmin hayata yansımalarından bahseden ya da sinematografi değerlendirmelerinde tablolarla mukayese eden övgü dolu yazıların karşısında filmdeki kadın karakterden yola çıkarak gelen eleştiriler de oluyor; Altın Bamya ödülüne aday gösterilen filmlerden biri de olabiliyordu. Altın Bamya ödülü "Türkiye sinemasında, erkek egemen bakışın ağırlığına, kadınlara dair alanların daraltılmasına, kadınlara dair oluşan yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışın yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılı­ğın kanıksanır kılınmasına bir eleştiri" olarak veriliyordu.

İklimler Değişince
Filmler de değişmeye başladı. Nuri Bilge Ceylan sinemasını İklimler öncesi ve sonrası olarak ayırma eğilimindeyim. İklimler ve Üç Maymun filmleri bu anlamda Nuri Bilge Ceylan sinemasının farklı bir dönemini temsil ediyorlar. Bu dönemde önceki filmlerinden farklı olarak ailesinden, doğduğu, büyüdüğü memleketten tümden ve temelden ayrılmış önce kendisinin de oynamasından ötürü kendisinden çağrışımlar taşıyan ama sonrasında Yedikule'den İstanbul'a bakan, sinematografik olarak renk, ışık ve sesin kullanımında iç dünyaları yansıtmayı olgunlukla yerine getiren Üç Maymun filmiyle tü­müyle farklı bir hikaye anlatmaya girişmiştir. Bu ayrımı Üç Maymun filmiyle yapmak da mümkündür. Sinemada, yönetmen sinemalarında dönemselleştirmelerin bir kırılmaya, bir değişime işaret ettiği düşünüldüğünde İklimler değil ama Üç Maymun'un Nuri Bilge Ceylan sinemasında daha derin bir değişikliği içerdiği söylenebilir. İklimler'de İsa karakteri, Mayıs Sıkıntı'sının Muzaffer'inin, Uzak'in Mahmut'unun kişisel ve sınıfsal özellikleriyle bir uzantısı, devamı sayılabilecekken Üç Maymun alt sınıftan insanların hikayesine odaklanarak temel bir farklılık gösterir çünkü. Nuri Bilge Ceylan'in yönetmen olarak bir değişme arzusu içinde olduğu, farklı olanı denemek istediği ve buna ilişkin de cesaret sahibi olduğu söylenebilir. Şimdi arkasında duran ödüller, övgüler, ona gerekli cesareti veriyor ama daha iyisini yapma sorumluluğunu yükleyerek. Sıfırdan başlamıyor çünkü. Ceylan'ın kendisinin de ifade ettiği gibi her film yönetmeni de dönüştürüyor ister istemez. İlk filmlerini çekerken kendisini yeterince cesur hissetmediğini söyleyen yönetmen artık daha kolay film çekiyor, bildiği "sokağın" dışına çıkıyor. Ortak olan belki de hala şu: insan ve insan ilişkilerinin karmaşıklığı. Bu insan ilişkileri ile ister istemez toplumsal ilişkilere, olaylara, yaşama dair de sözü oluyor; ancak yönetmenin temel amacı İklimler'de olduğu gibi insan ilişkilerine bakmak oluyor; bir kadın erkek ilişkisine, aldatmaya ve aldatma sonrası yaşananlara bakıyor, bakıyor, daha derinden bakıyor...

Koza, Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinde ve genel olarak Türkiye sinemasında yakın zamanda ortak bir mekan ve tema olarak karşımıza çıkan taşranın popüler-leşmesinden önce Kasaba ile gerçekçi, insanın kendisini ait hissettiği, çocukluğun ortak belleğini harekete geçiren ve bu filmlerin bir duygu olarak hakim olduğu taşra sıkıntısından ziyade, taşra zamanı ve insanından haller vardı filmlerinde. Sentetik bir estetiğin, dar bir bakışın, 80 sonrası nefes daraltan bunalım filmlerinin ardından doğallığı, doğayı, geldiği yeri unutmayan, geldiği yerin insanını, insanı anlatmaya başlayan aykırı bir sine­manın ilk örneğini veriyordu. Kısa kısa anımsayalım. Kasaba'dan başlayalım. Kasabanın çocuklarından ve delisinden... Yılmaz Güney'in filmlerinde (Arkadaş, Yol ve Endişe...) rastladığımız belge görüntülerdeki çocukların yüzlerini anımsatır. Ya da Kiarostami'nin Arkadaşımın Evi Nerede filminin çocuklarının yüzlerini anımsatır. Bu sahnelerde insana dayanışma hissi veren çocukların masum yüzleri vardır. Büyüklere tabi olunan zamanlarda utanç duygusunu keşfettikleri anlar vardır. Kasaba filmindeki okul sahnesini hatırlayalım... Karlı tepelerden koşa yuvarlana okula gelen çocuk arkadaşlarının arasında, sobanın yanında ısınmaya, kurulanmaya çalışır. Sonra bir tüy uçuşur sobanın üzerinde, öğretmenin değil ama bir çocuğun fark edeceği. Ablanın beslenme çantasındaki yumurta bozuk çıkar. Ablanın utancım görürüz. Az sonra erkek kardeşiyle kasabadan ayrılıp tarlalarına giderken doğayı seçe öğrene kısa bir yolculuk yapacaklardır.

Sonra bir akşamüstü tarlanın kıyısında yanan ateşin etrafında konuşan büyüklerin yanında uykuya dalan bir çocuğu düşünün, hepimizin anılarına denk düşen bir yanı var. Çocuk böyle durumlarda uyumamaya çalışır, büyüklerin sofrasından, muhabbetinden eksik kalmamak için uykuya karşı koymaya çalışır ama nasıl bir uyku bastırır... dayanılamaz. Sonuç uykuya mağlubiyet olur.

Ya da sadece o delinin güzel gözlerini. Mayıs Sıkıntısı'nda cebinde yumurta taşıyan çocuğu, üniversite sınavını kazanamayan genci düşünün. Bir deli, bir çocuk bakışı sonra bir gencin, bir ergenin bakışına sonra da bir yetişkinin bakışına dönüşür zamanla. Bu yetişkinde kasabada doğup büyüyen, şehirde yaşarken kasabayla ilişkisini, ailesiyle ilişkisini kesmemiş bir çocuğun izlerini hala bulabilmek mümkündür. Bu aile ve memleket ilişkileri, biyografik geçmiş önemlidir tüm filmlerinde ta ki İklimler'de sadece kadın erkek ilişkilerine bakana dek...

Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinde var olan sıcak, mizahi ve her an ironik de olabilen bakış ya da tek başına anne ve babasının, Mehmet Emin Toprak'ın taşra delikanlısının varlığı, bu filmleri ve bu filmlerde konu edilenleri bize aşina yapıyor, bir yakınlık hissi üretiyordu. Çoğu zaman başlı başına uzun bir öyküden ziyade, kısa öykücüklerin, durum ve anların kimi zaman fotoğrafların filmlerini yapan Nuri Bilge, son filminde kendisinin bir parçası olmayacağı bir öykü anlatıyordu ve yine ilk kez küçük ekiplerin sinemacısı olmasına rağmen senaryo aşamasında da daha önce olmadığı filmde Servet'i oynayan Ercan Kesal'le beraber çalışıyordu.

İklimler de dahil her biri bir önceki filmle, o filmin atmosferi, karakterlerinin iç dünyalarıyla çok sıkı bağlar taşırken, ve bir sonraki filmin habercisi olurken Üç Maymun ayrı bir yerde durur. Tüm bu filmlerden ayrılır başka bir atmosfer kurulur, başka bir hikaye anlatılır. Loş, karanlık, çürümüş olanın renginin hakim olduğu filmde yemekhane işçisi Hacer, şoför Eyüp ve üniversite sınavını kazanamamış İsmail'in Servet'e bağlanan hikayeleri vardır.

Ali Şimşek Üç Maymun üzerine yazarken "buz göz" deyimini kullanıyordu. Doğrusu filme ilişkin övgülere boğulan gazetenin sayfalarında zor bir işe soyunmuştu. "Üç Maymun filmi hakkında bu sayfalar da dahil övgü dolu birçok yazı çıktı. Nuri Bilge Ceylan filmleri için 'buz göz' kavramının yararlı olacağını düşünüyorum. Yani mesafeli, serin(cool), yapışmayan, empatiye pek izin vermeyen ve belki de üşüme hissi veren soğuk bir sinema dili. (...) Son filmi Üç Maymun, Ceylan sinemasında farklı bir yere denk düşüyor. Yönetmen ilk defa büyük bir kentin çeperlerindeki alt sınıflara odaklanıyor. Gazetelerin 3. sayfalarının bu vazgeçilmez aktörleri, 90 sonrası Zeki Demirkubuz sineması ile trajik dilini bulmaya başlamıştı. Masumiyet'ten itibaren Demirkubuz, bu gerçek kaybedenlerin (Ataycı anlamda tutunamayanlar'ın değil) grotesk dünyasını anlatma­ya çalışıyordu, büyük bir empati duygusu ve Dostoyevski'den gelen, kendini dışarda tutmayan acımasız bir vicdan sızlamasıyla beraber. Oysa Ceylan'ın anlatımı Demirkubuz'dan hayli farklı, tam bir buz kamera! Rahatsız edici bir mesafe var alt sınıflara bakışında; seyirciyi (bu çoğu zaman orta sınıftan bir göz) tam bir dikizciye dönüştürüveriyor; hemencecik haklı çıkarıveren ve seyircide "zaten" duygusu uyandırıveren. Sinemanın büyük geleneği içinde Bunuel, Chabrol ve günümüzde Haneke'de gördüğümüz, orta sınıflara ve burjuvaziye yöneltilmiş acımasız 'buz bakışın' Ceylan'da tersine, alt sınıflara döndüğünü hissediyoruz. Trajik olana uç vermiyor yönetmen. Biz çok trajik bir olayı çok uzak bir mesafeden izleyiveriyoruz ve seyirciye yapışmıyor bu duygu. Teflon bir yüzey. Bu köşede sürekli vurguladığımız tezlerden biri, 90 sonrası kültürü alt sınıf davranışlarının "görünür" kılınması, parodileştirmesinin oluşturduğuydu. Recep İvedik ve Arog'dan Desdere'ye ironi ağırlıklı 'yurdum insanı' filmleriyle aynı sezonda gösterime giren Üç Maymun, oraya bakmanın başka bir tarzını gösteriyor. Yine alt sınıfları bütün dondurulmuşluğuyla görüveriyoruz; ama ne ironi var ne de trajik. Sadece olayların içinden kayıveren, yapışmayan buz gibi bir göz." (1) Burjuvaziye yöneldiğinde oradaki yalanı, çelişkiyi ve örtbas ettiklerini ya da üstü örtülü acımasız ideolojisini deşifre edecek bu gözün sarsıcı filmler yapacağı umudunu da yitirmeden tarifi yapılan "buz göz"ün gördükleri bir işçi ailesinden çıkan üç maymundu. Bir durum ya da olay karşısında gördüğü halde görmezden gelen, duyduğu halde duymazdan gelen ve konuşabildiği halde susan insanları tarif eden bu deyişin sonunda çoğu zaman "oynamak" fiili kullanılagelir. Üç maymunu oynayan Eyüp, Hacer ve İsmail'in hikayeleri filme çekiliyordu.

Servetini seçimlere girmeye harcayacak milletvekili adayı Servet arabasıyla birine çarpıp öldürünce şoförü Eyüp'ten suçunu üstlenmesini ister. Bir sabah erken, bir parkta buluşup Servet'in vaat ettiklerine karşılık Eyüp suçu üstlenir. Hacer bu parayı almak, bu parayla oğlu İsmail'in iş kurmak için satın almak istediği arabayı alabilmek için Serveti ziyarete gider. Bu ziyaretle birlikte başlayan tanışıklık duygusal bir ilişkiye dönüşür. Servet ve Hacer arasında gelişen bu ilişkiyi İsmail anlar, duyar ve görür. Farkındalığına rağmen sesini çıkarmayan İsmail babası hapisten çıktıktan sonra Servet'i öldürür. Hacer Servet'i tutkuyla sever ama kocası eve döndüğünde bir şey olmamış gibi davranmaya devam eder. Hapisten çıkan Eyüp, karısının ve oğlunun ondan habersiz para istediğini, Hacer'in değiştiğini ve belki de kendisini aldattığını anlar ama Hacer'le yüzleşmez. Mahallede gittiği kahvenin çay ocağında çalışan yoksul Bayram'a İsmail'in suçunu üstlen­mesini teklif eder. Eyüp bir suçu üstlenmiştir; şimdi ise oğlunun sucunu bir başkasının üstlenmesini ister. Kendisinden daha yoksul, daha çaresiz birinin bir kahveci çırağının.

Bir Geçiş ve Analiz Konusu: Kadın Erkek İlişkisi
Geçmişlerini anlatmaktan ziyade bir durumun içine bırakılan kahramanlar yaratıyor Nuri Bilge Ceylan. Ne politik ne de güncel olanın peşinde. Her bir karakterini ayrı ayrı yaratıyor, birbirleriyle ilişkilendiriyor ve sonrasında yarattığı durum içerisinde tepkilerini veriyor, kendisi de inceliyor. Bir deney alanı gibi tarif ettiğimin farkındayım. Bunu ister ironik ister buz gibi bir gözle yapsın, temel farklılığı daha amatör bir yaklaşımdan daha profesyonel bir yaklaşıma kaydığı gerçeği oluşturuyor. Bu bir saptama. Bir diğeri de şu. Kahramanlar kendisinin ait olduğu sınıftan uzaklaştıkça yönetmenin bakışı da uzak, mesafeli oluyor kahramanlarına. Taşra yaşamı ya da şehirdeki taşralı insanı analiz eden filmlerden insanlık durumlarının, özellikle kadın erkek ilişkileri üzerinden, analizine geçiş yapıyor.

İklimler filminin Bahar'a acı çektiren, başa çıkmaya çalıştıkça hatırına gelen aldatma hikayesi Üç Maymun'da da vardır. Bu kez erkek değil, kadın aldatır. Bir sevgili ilişkisinde değil, uzun yıllardır evli ve çocukları olan bir aile içinde yaşanır aldatma ve yine bu kez küçük burjuva değil bir işçi ailesinde gerçekleşir. İki farklı toplumsal kesimden gelmelerine rağmen ve tepkilerinin farklılıklarına rağmen "görmezden gelme" ya da "kabullenmeye çalışma", "duruma alışma" vardır. Üç Maymun'da aldatmanın sonuçları bir cinayete varır. Suçluluk ve acı duyguları Eyüp ve Hacer'in küçük yaşta yitirdiklerini anladığımız çocuğun göründüğü sahnelerde yoğundur. Acı çektikleri sahnelerde, İsmail kardeşini, Eyüp küçük oğlunu hatırlar. Bu sahnelerde çektikleri acının küçük çocuğun ölüm acısıyla karşılaştırıldığı da, bu iki olay arasında suçluluklarının ağırlığını karşılaştırdıkları da düşünülebilir. Eyüp'ün cezaevinde oğlu İsmail'e sorduğu "bizim birbirimizden başka kimsemiz var mı?" sorusu yaşanacakların aile içi bir çözüme kavuşturulacağı işaretini verir. Eyüp'ün para için suçu üstlenmesi, İsmail'in alacağı araba için annesini para istemeye zorlaması Hacer'in Servet'le tanışmasına neden olur. Temel olarak Hacer'in yaşadıkları üzerinden erkek karakterlerin gösterdikleri tepkilerden oluşur film. Öyleyse Hacer'i anlamak önemlidir. Oysa Hacer'i de, Hacer'in Servet'le ilişkisini, böyle tutkulu bir aşk yaşamasını da anlamak güç olur. Bir yemekhanede işçi olarak çalışan dolayısıyla ekonomik olarak da ayakları üzerinde durabildiği şeklinde tahmin yürütülebilecek Hacer'in bir erkeğin ayaklarına kapanması, Servet'in peşini bırakmaması, buna rağmen hapisten çıkan kocasını baştan çıkarmaya çalışması, oğluna ve kocasına yalan söylemesi, ölen küçük oğlunu Eyüp ve İsmail gibi hatırlamaması, cep telefonunda çalan Yıldız Tilbe şarkısının "sen de sev ama sevilme/aşk acısı çek, ben gibi/ çok özle ama kavuşma..." sözleriyle açıklanmaya çalışılır gibi duran filmin kadın kahramanının psikolojisi dört karakterden en çok eleştiri alanı olur.

Dört karakterli bir film Üç Maymun. Planlar sade, çoğu zaman tek kişilik, iki kişilik. Örneğin Servet'in ofisinde sadece Servet'i görürüz. Oturduğu sitede sadece Servet'i ve uzaktan karısını. Hacer'in çalıştığı yemekhanede de, İsmail'in ziyarete geldiği önüne bir kap yemek konduğu sahne hariç, Hacer'i yalnız görürüz. Eyüp ve Hacer'in evinde Hacer ve İsmail'i ya da Hacer ile Eyüp'ü birlikte görürüz. Servet kaza yaptığı sahnede, İsmail trenden dışarı bakarken, Hacer denizin kıyısındaki korkuluklara yaslanırken, Eyüp evin terasından uzaklara bakarken yalnızdır. Sosyal ilişkiler içerisinde verilmez karakterler, yaratılan durum ve durumun yaratıcılarıyla ilişki halindedirler yalnızca. Ka­rakterlerin ruh halleri önemlidir: Yüz ifadeleri, duruşları, mekan, mekana verilen renk ve ses bu ruh halini anlatır, tamamlar. İstanbul şehrinin farklı renkleri farklı ruh hallerinin yansımaları olur. Daha önce de hu sayfalarda yazmıştık; her filminde olduğu gibi, bu filmde daha çok yüzler, yüzlerdeki ifadeler ve duruşlar filmin bütünlüğü içinde anlam kazanırlar. İnsan yüzleri ve yüzden ayrıntılar, doğa ve doğadan ayrıntılar birer fotoğraf olarak canlanır filmde.

Düzen siyasetiyle sınırlı kalmayan toplumsal bir çürümüşlüğün izleri bir ailenin, Eyüp, Hacer ve İsmail'in dramıyla yansır Üç Maymun'da. Filmin karanlığı bundandır, aydınlık olmasına imkan yoktur belki de. Yılmaz Güney'in Baba filmini anıştıran, "patronun suçunu üstlenerek hapse giren bir şoför ve onun yokluğunda karısını elde eden patron" hikayesiyle Yeşilçam sinemasının melodramlarım anıştıran filme Nuri Bilge Ceylan bakışı, gerçekçiliği, ayrıntıcılığı hakim olur. Ne bir melodram, ne bir korku filmi ne de psikolojik gerilim olmayarak bir Türkiye eleştirisine dönüşebilmesi, benzeri çıkarsamalar yapılabilmesi de bu nedenledir. Yönetmenin önceki filmlerinden farklı olarak bu kez daha doğrudan ve öykülü bir anlatı vardır ve yine bu anlatıda günümüz Türkiye'sinin karakterleri vardır. Hayata tutunmanın yollan, dağılmamaya çalışırken dağılmanın, gururun araya gireceği yerde ortadan kaldırıldığı anlar vardır. Suçluluk, acı ve gelgitli ruh halleri her bir karakterin tepkisini farklılaştırsa da, dört karakter de, hem suçlu hem de kurban, hem yalan söyleyen hem de yalan söylenen insanlardır. Hem kendilerine hem de yakınlarına karşı üç maymunu oynarlar. Toplumsal değerlerin geldiği nokta da bu değil midir?

Nuri Bilge Ceylan, Üç Maymun'la aldığı ödülü tutkuyla sevdiği ülkesine adamış, daha önce yine Cannes Film Festivalinde Uzak filmiyle aldığı ödülü Yılmaz Güney'e adadığını söylemişti. Bu filmde Baba filmindeki babanın öyküsü de düşünüldüğünde; Yılmaz Güney'le ilişkisi ya da Türkiye sinemasının ulusal ve uluslararası alanda farklı dönemlerin en çok ses getiren yönetmenleri olması iki sinemacı üzerine daha çok düşünmemize neden oluyor. Toplumumuzdaki dönüşüme tanıklık etmiş Yılmaz Güney sinemasının gerçekçi unsurunun Nuri Bilge Ceylan filmlerinde çok farklı açıdan yeniden ortaya çıktığı söylenebilir. "Yılmaz Güney'in kamerası uzaktan ve dışarıdan bakarken, Nuri Bilge Ceylan kamerayı oldukça yaklaştırıyor insana, küçük çıkarları peşinde koşan, kendi içine gömülmüş insana... Şüphesiz insanımızın bu hale gelmesinde son 25 yılda Türkiye'de ve dünyada tarihin geriye doğru aktığı bir dönemi yaşıyor olmamız etkilidir. Bence Nuri Bilge Ceylan'ın sinemasında bir eksiklik bu; insanın içinde bulunduğu durumun tarihsel arkaplanıyla pek ilgili olmamak." (2) Bunun yerine insana dair, kadın ve erkeğe dair belli genellemelerden, deneyimlediklerinden, psikolojilerinden yola çıkıyor Nuri Bilge Ceylan.

 

 

Notlar:
1. Ali Şimşek, "Gecikmiş Bir Yazı: Buz Göz", Birgün Gazetesi, 2 Ocak 2009
2. Yusuf Güven, Nuri Bilge Ceylan Sineması Üzerine", Yeni Film, Sayı 12, 2006