nbc home  


'Kasaba'
Işıl Özgentürk, Cumhuriyet Gazetesi, Kasım 1998

Sevdiğim Türk filmlerinin yeryüzündeki macerasını izlemek gibi bir huyum var. İyi ki var.. böylece pek çok filmin yeryüzü yolculuğuna tanık oldum. Her zaman olmaz, bugünlerde yolculuğunu başından beri keyifle izlediğim bir film var: Kasaba.

Kasaba, pek çok festival dolaştıktan sonra geçen hafta kuzeyin soğuk kenti Stockholm'de önemli bir uluslararası festivale daha konuk oldu. Festivalde ilk ya da ikinci filmini çekmiş 51 yönetmenin filmleri yarışıyordu. Kasaba bunların arasındaydı.

Beni bu filmde çeken ne? Belki hikâyesi, belki bu filmi yapmak için yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın gösterdiği inanılmaz sabır, inanılmaz inanç. Çünkü bu film onun kendi kısıtlı olanaklarıyla çekildi. Filmin kameramanı da oydu, montajını yapan da. Tümüyle amatör ama, bir o kadar da profesyonel bir film bu. Tadı, tuzu da bundan. Çanakkale'ye bağlı Marmara kasabası. Kış, sürekli yağan kar. Sessiz, kimsesiz sokaklar ve bu kış gününde, çıtır çıtır yanan sobanın ısıttığı sınıfta ders yapan, hayal kuran küçük öğrenciler.

Yönetmen bütün bunları, çocukluğunun geçtiği o ıssız kasabayı, orada yaşanan yalnızlığı filminde anlatıyor. Nuri Bilge Ceylan'ın filmi kasabadaki hayat gibi çok yavaş ilerliyor, söyleyeceği sözleri sessizce, neredeyse kulağımıza fısıldıyor. Ve hepimizin hayat hikâyesi bu filmle birlikte usul usul karşımıza geliyor.

Filmin aktörleri bir ailenin küçük büyük tüm bireyleri. Ailenin reisi dede, savaş nedeniyle Yemen'e, Suriye'ye hatta Hindistan'a kadar gitmiş. Hindistan'dan dönerken gemide hastalanmış ve kendini ölüme çok yakın hissettiği o anlarda tek anımsadığı; kasabadaki otların kokusu, güneş batarken tarlalara vuran alacalı renklermiş. Sonra dede yurda dönmüş ve kocayana kadar da kasabada kalmış. Şimdi korktuğu tek şey gece. Yaklaşan ölümün bir gece vakti, onu uykuduyken buluvermesinden korkuyor, küçük bir çocuğun hayaletlerden korkması gibi, ölümden korkuyor.

Nine, hayatı boyunca kasabadan hiç çıkmamış. Hep çalışmış. Tarlada çalışmış, evde çalışmış. Bütün aile bir ateşin başında toplanmış, mısır pişirip, konuşurken bile o çalışıyor. Elleri boş durmaya alışık değil. Reçel yapmak için önüne koyduğu elmaları küçük parçalara bölüyor. Yüreğinde hiç dinmeyen bir acı var. Büyük oğlunun; herkesin asi kabul ettiği, aileye, kasabaya isyan eden, büyük kentlere giden, kafasına göre takılan ve bir gün ansızın ölen, büyük oğlunun ölüm acısı. Hiç dinmeyen bir acı bu. Oysa küçük oğlu yanıbaşında. O da kasabayı bir süre terk etmiş. Yatılı okullarda deliler gibi çalışıp liseyi bitirmiş, sınav kazanıp burslu Amerika'ya gitmiş ve bütün bunların sonunda kasabaya dönmüş. Şimdi tarlalarla uğraşıyor ve hep bir şeyler okuyor, hep bir şeyler. Yapayalnız geceler boyu okuyor, yapayalnız gün batımlarında okuyor.

Sonra ateşin başında mısır patlatıp, sohbet eden ailenin öbür bireyleri. Ölen oğlanın karısı ve üç çocuğu. Çocuklardan biri büyük, askerliğini bitirip kasabaya yeni dönmüş. Dedenin bütün ısrarlarına rağmen kasabada yaşamak, iş tutmak istemiyor. O asiliği sürekli söylenen ve bu nedenle küçümsenen babasının yolundan gitmek istiyor. O heyecan ve ölümüne tutkular yaşamak istiyor. Sonra biri 10, diğeri yedi yaşında iki kardeş. Büyük kız. Her zaman mahzun gözlerle akıp giden hayata öylece bakan bir kız. Sonra hep sorular soran küçük bir oğlan. Ve anne; sessiz, acısını içine gömmüş, sığındığı aileye yük olduğu için utanan, ince, hüzünlü bir kadın.

İşte Kasaba'nın kişileri bunlar. Bir de kasabanın kendisi var. Kar altında alabildiğine ıssız, ilkbaharda şenlikli, yazın can sıkıcı ve sonbaharda hüzünlü.

Nuri Ceylan kendi çocukluğunu ve ailesini anlattığı bu filmi siyah-beyaz çekmiş. İyi de yapmış. Böylece kasabanın insanın kanını donduran ıssızlığı, öte yandan insanı sürekli köklerine çağıran atmosferi siyah-beyazda inanılmayacak kadar etkili olmuş. Sonra hiç oyuncu kullanmamış Nuri Ceylan; babası, annesi, kardeşleri, kuzeni ve Marmara Kasabası'nın insanları onun oyuncuları olmuşlar. Böylece film az rastlanır bir sahicilik kazanmış. Sanki gördüğünüz bir film değil, bir hayat. Ben bu filmden çıktıktan sonra bir garip oldum. Kendi çocukluğumu, Antep'i, rahmetli annemi anımsadım. Bu film böyle bir film, insanın yüreğini yakalayan bir film. Çocukluğunu yakalayan bir film, Kasaba, yeryüzü yolculuğunu tamamlayıp, elbette yurduna dönecek. Ne yapıp edin bu filme gidin. Kendi unutulmaz çocukluğunuz için.