nbc home  


Nuri Bilge Ceylan ile söyleşi:
"Ancak gerçekçi insanlar iyi film yapabilir."

Leyla Sevükten, Antrakt Sinema Gazetesi, 5 Eylül 1998



İlk uzun metrajlı filmi "Kasaba" ile genellikle olumlu eleştiriler alan yönetmen Nuri Bilge Ceylan, bu sıralar ikinci uzun metrajlı filminin hazırlıklarını sürdürüyor. Ticari sinemanın dışında, farklı bir sinema dili geliştirmeye çalışan N.Bilge Ceylan ile, sinema anlayışı ve Türk sineması üzerine söyleştik.

Sinema sizin için ne ifade ediyor?
Şu anda kimin söylediğini hatırlamıyorum ama bir söz var; insan için iyi hayat, iyi hayatı aramak uğruna harcadığı hayattır. Belki de benim için sinema iyi hayatı aramak uğruna kullandığım bir araç.

Sinemada sizi harekete geçiren en kuvvetli duygu nedir?
Ancak sezgilerimle ya da algılarımla hissettiğim bir derinliğe ulaşma arzusu. Öyle duygular var ki içimizde bunların varlıkları bize bildirilmedikçe yokmuş gibi görünüyorlar. Sinemanın henüz keşfedilmemiş birtakım gizil güçler, olanaklar barındırdığına inanıyorum. Bunu hiçbir zaman başaramayacak olsam bile, en azından böyle bir umut beni sinema yapmaya itiyor.

Sinema estetiğinde önem verdiğiniz en önemli öğe nedir?
Detaylar. Çehov en sevdiğim yazardır. Onun bir sözü var. Öyküde bir tabanca görünüyorsa patlamak zorundadır. Ben en sevdiğim yazar olmasına rağmen onun bu sözüne, özellikle sinema için inanmıyorum. Aslına öykü için de inanmıyorum. Bir silah görünebilir ve patlamayabilir. Yani her şey bir öykü içinde diyalektik bir bağla birbirine sımsıkı bağlı olmak zorunda değildir. Sinema izleyicisi artık "leb" demeden leblebiyi anlayacak bir hale geldi. Böyle bir "zorunluluğu" feda ederek başka bir dünyanın kapılarından içeri girme şansımız doğuyor. Yani öykünün parçalanması, zedelenmesi detayların başrole çıkmasına neden olabiliyor. Ve detaylar da bazen bir öykünün söyleyemeyeceği çok daha başka şeyleri söyleyebiliyor.

Sinema anlayışınızı belli bir çizgiye oturtabilir misiniz?
Hayır. Bu söylediklerim teorik aşamada olan şeyler. Uygulamada nasıl bir yön çizer hiç bilmiyorum. Yani benim filmlerim şöyle olacak diyemiyorum. Çünkü işlem sırasında, sinema yaparken görüşleriniz deneyimle birlikte hız kazanıyor ve hiç ummadığınız yönlere sapabiliyor. Hatta bunu, seyrettiğimiz bir tek film bile yapabiliyor bazen. İşlem sırasında düşünmek daha önceki düşüncelerinizin dışında bambaşka şeyler öğretebiliyor size.

Günümüz Türk sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda içimde bir kıpırtı uyandıran tek şey Türkiye'deki "bağımsız sinema" diyebileceğimiz hareketin örnekleri. Derviş, Zeki gibi saygı duyduğum arkadaşlar. Bunun dışındaki sinemaya karşı içimde fazla bir duygu yok.

Kendinizi Türk sineması içerisinde hangi çizgiye oturtuyorsunuz?
Bilmiyorum, bunu hiç düşünmedim. Tabii bu piyasada ruh kardeşliği hissettiğim insanlar var ama, sinemalarımız açısından baktığımda benzediğini düşünmüyorum.

"Bağımsız sinema" kavramı tartışılan bir kavram. Ticari yükümlülüklerin her alana girdiği sinema ortamında "bağımsız sinema"nın da kendine özgü bir piyasası olduğu söylenir. Siz ne düşünüyorsunuz?
Zaten sinemanın klasik bağımlılıklarını ekarte edebilmiş, yani yapımcının yaptırımlarını, ya da bütün dış yaptırımları yok etmeyi başarabilmiş bir yöntem yaratabilmiş sinemaya "bağımsız" deniyor. Dolayısıyla "bağımsız sinema" yaratıcısının iradesine çok daha bağlı bir sinema. Ama bir film tabii ki bağımsı olduğu gibi samimiyetsiz, ahlaksız ve yalancı vs. olabilir. Önemli olan bağımsız sinemanın daha gerçekçi, namuslu ve kişisel bir sinemanın ortaya çıkmasını kolaylaştıran bir ortam olmasıdır. Bir yönetmen kendisine hiç kimseyi karıştırmayacak bir yöntem yarattığı halde tümüyle ticari, içsel olmayan nedenlerle bir film yapabilir. Buna da tanım gereği bağımsız sinema demek gerekiyor.

Ama bu fazlasıyla popülist bir tavır.
Evet, dolayısıyla bağımsız sinemanın her örneğini, tanım gereği "bağımsız" tanımına girenleri beğenmiyorum. Diyelim sadece para kazanmak için yönetmenin kendi parasıyla yaptığı bir film. Ben kayıtsız şartsız içten gelen bir zorlama ile ortaya çıkan, ortaya çıkarmak zorunda olduğu şeyi yapmak uğruna birtakım fedakarlıklara girerek yapılan bir sinemaya saygı duyuyorum. Tabii şunu da mutlaka söylemek lazım; iyi sinema mutlaka bağımsız koşullarda olur diye bir şey yok. Sadece bu olasılığı arttırır.

Sanatçı bağımlılık koşullarında da bağımsızlığını nasıl koruyabilir? Kastettiğim her türden bağımlılık koşulu; siyasi, ekonomik.
Bazen bağımlılık da bir şeyler getirebilir. Mesela sansür sinemaya bir engel değildir. Sansür bazen hayırlı bir bela haline dönüşebilir; İran sinemasında buna örnekler vardır. Sansür varsa onun etrafından dolanmak için de bir yöntem vardır muhakkak ve bu yöntem bazen sanatçının yaratıcılığını zorlayabilir, geliştirebilir. Hatta aşırı rahatın sanatçıya hiç de hayırlı gelmeyeceğini düşünüyorum. Bağımlılık bazen sorumluluk anlamına da gelir. Devrimden sonra İran'dan kaçan çok sanatçı olmuştur ama bunlar pek başarılı olmadılar. Tarkovski'nin bile ülkesinden çıktıktan sonra yaratıcılığının biraz düştüğüne inanıyorum. Yılmaz Güney'i çok severim. Yaptığı en kötü işte bile beni çok duygulandıran bir şeyler çıkar muhakkak. Keza Yılma Güney de aynı kadere uğradı. Her şeyin çok serbest, özgür, rahat olduğu bir ülkede sanat çok da zenginleşmiyor. Niceliksel üretim artıyor ama giderek tinselliği azalıyor. Bugün Amerika'daki bağımsız sinemacılar da öyle çok tinsel, derinliği olan filmler üretemiyorlar.

Bu açıdan düşünürsek Türkiye sansür açısından oldukça zengin bir ülke!.. Ama, baskı unsurları arttıkça yaratıcılığımız azalıyor. Özellikle 12 Eylül sonrasında sanatçılarımız yeni ufuklar için kendilerini zorlamadı, ya da zorlayamadı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
12 Eylül sonrasındaki gerilemeyi ondan öncesinde de fazla bir şey olmamasına bağlıyorum. Türkiye'de genel olarak iyi film yapılamamasının sebebi sansüre bağlandı. Bir suçu başkasına yükleyeceğiz kendimizi temize çıkaracağız; aslında bu Türk kültüründe, Türk insanının yapısında genel olarak var. Bence insan suçu üzerine almalı, en azından suçun kendisinde olan tarafı ile ilgilenmeli. Çünkü başkasına yüklediğimizde hemen tembelleşiriz. Ortalık düzelmedikçe bir şey yapma isteğinde olmalıyız. Bence sinema üretimi çok küçük bir zümrenin elinde ve bu zümre 12 Eylül öncesinde de büyük şeyler yapmıyordu. Her konuda çok nitelikli filmler yapılabilir. Sansür asla bir gerekçe olamaz. Kendini kandırmak gibi bir şey bu.

Türk sinemasının en büyük eksikliği sizce nedir?
Gerçekçilik. Benim için iyi film detaylarda doğrulukla, derine işleyen bir çözümlemeyi biraraya getirebilen bir filmdir. Türk sinemasında gerçeğin peşinde koşulmadığını düşünüyorum. Bu arada özellikle şunu söyleyeyim Türk sinemasının en büyük sorununun senaryo olduğuna kesinlikle katılmıyorum. Öyke bir filmi iyi yapmaz. Bir filmi iyi yapan detaylardır. Detaylardaki doğruluktur öncelikle. Örneğin Tarkovski'nin "Ayna'sını düşünelim "Ayna"da bir öykü olduğunu söyleyebilir miyiz? "Ayna" gibi bir filme klasik bir senaryo da yazılabileceğini düşünmüyorum. Bir takım notlarla yapılabilecek ve son derece geçmişine ve dünyaya gerçekçi bakabilen bir kafadan çıkabilecek bir film. Duygusallıkla da duyguyla da iyi film yapılabileceğine inanmıyorum. İyi film yapma tekelinin gerçekçi insanlara has olduğunu düşünüyorum.

Size göre Türk sinemasının uluslararası alanda kabul edilebilir bir konuma ulaşması için ne gerekiyor?
İşin ticari yanı beni ilgilendirmiyor, ama sanatsal açıdan düşünürsek: Sinema üretiminin küçük bir zümrenin egemenliğinden kurtulup geniş bir tabana yayılması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle de bireysel ve içe kapanık insanları da içine katacak şekilde. Şu anki sinema üretim koşullarının karmaşıklığı içe kapanıkları daha çok korkuttuğu için bunu söylüyorum. Ama sanırım sinema üretimini köşe başlarını tutmuş bazı insanların tekelinden kurtaracak gerçek bir adalet, yine de bugüne dek başına bela olmuş olan teknoloji sayesinde gelecek gibi görünüyor. Kameraların hafiflemesi, filmlerin hızlanması ve digital teknolojinin gelişmesi, daha az organizasyon, daha küçük ekipler ve daha az paralarla film yapmayı olanaklı kılacak. Niteliksiz işlerin sayısında da artış olacak oluşuna çok da önem vermiyorum. Çünkü iyi filmin gizli kalabileceğine inanmıyorum. Pelikül nostaljisine inanmıyorum. Pelikül yok olsun hiç önemli değil. Önemli olan insan ruhunda uyandırdığınız etkidir. Bunun digital teknoloji ile ya da başka bir şeyle yapılmış olması o kadar da önemli değil. Sanıyorum teknoloji küçük bir ekiple film çekebilmeyi sağlayacak kadar gelişmeseydi asla film çekemezdim. "Pelikül gidiyor sinema bitiyor" türünden yakınmalara inanmıyorum. "Ses" çıktığında da "sinema öldü" demişlerdi. Nasıl bir kurşun kalemle dünyanın en güzel romanı yazılabilirse, küçük bir kamerayla da dünyanın en güzel filmi çekilebilir.

Kısa vadede bunun gerçekleşmesini mümkün görüyor musunuz?
Yeni çıkan sponsorluk yasası bir kıpırtı yaratabilir. Sponsorluk sisteminin şu an Türkiye'de sinemaya destek sağlayan diğer kaynaklardan daha adaletli olduğuna inanıyorum. "Kasaba" filmi için ayaklarım geri gide gide Kültür Bakanlığı'na yaptığım başvurudan öğrendiğim tek şey, bu hayatı bir kez daha tekrarlamamam gerektiği oldu. Sinema Vakfı için de aynı. Bürokrasinin labirentlerinde kaybolup gitmek bir yana, paranın paylaştırılması konusunda son derece ilkesiz ve adaletsiz bir mekanizmanın varlığını hissettiğim için tabii. Sponsorluk sistemi şimdilik gözüme daha iyi görünüyor. İstanbul Film Festivali'nde kazandığım ödül nedeniyle bir sonraki filmim için kısmen Efes Pilsen'in sponsorluğu sözkonusu olacak. Şimdiye kadar yaptığımız görüşmeler ve çalışmalar bile gösteriyor ki, her şey kısa, net ve mantıklı bir işbirliği içerisinde geçiyor. Beni, sinemanın ne yazık ki yapılması zorunlu birtakım can sıkıcı yan işlerinden arındırıyorlar. Filmin sanatsal tarafına kesinlikle karışmıyorlar.