nbc home  


Kasaba cehennemine ağıt
Hasanali Yıldırım, Yeni Şafak Gazetesi, 8 Aralık 1997

Kasaba bir fotoğraf sanatçısının ilk filmi. Çocukluk yıllarına özgü kasaba anılarından derlenmiş öznel temalar üzerine kurulu incelikli bir 'ayrıntı' örneği. Fasbinder kadar sabit kamerayı seçen bir Bergman filmi gibi. Sinemanın da ruhu olduğunu hatırlatan bir çalışma.

Bir büyükşehir çocuğu olmama ve oradaki yaşama düzenini bir türlü hazmedemememe karşın, büyükşehirden kaçmak şöyle dursun, dışına çıktığımda sağlıklı yaşayamamakla yüzyüze kalırım. Köy ise doğayı, huzuru, ana kucağı sıcaklığını, en azından tatili hatırlatmasına ve en çok da sessizliği ve tanıdıksızlığıyla ilgimi çekmesine karşın, ancak birkaç günlük katlanılabilirliği mümkün bir evre. Ama kasabanın bende hiç yeri olmamasından, bir kasaba ruhunun varlığını bilmeme karşın yüzleşememekten mi ne, ne zaman anlık bile olsa yolum bir Anadolu kasabasına düşmüşse araçtan iner inmez, hamama girmiş gibi terlemeye başlarım. Kalbim hızla çarpar, insanlarla konuşmak şöyle dursun işimi bir an önce görüp hızla kaçmak isteri. Kasaba tedirginlik veren bir atmosfer yaratıcısı. Nuri Bilge Ceylan'ın birbuçuk yılda tamamladığı ilk uzun metrajlı siyah beyaz filmi 'Kasaba'yı izlerken de aynı duygular içindeydim. Çünkü daha sinemanın ilk yıllarında, toplu bir film gösterimi sırasında kendisini tutamayan bir izleyici gibi söylersem, 'tıpkı hayatın ta kendisi' "Kasaba". İnsanı rahatsız edecek kadar da kendisi.

Bir yüzleşmedir hayat

Çok az insan aynayla maskesiz yüzleşmeye cesaret eder; bu yüzleşmeyi sonuna dek sürdürene de daha sonraları 'kahraman' derler. 'Kasaba' böylesi bir yüzleştirmeyi niyetlediği, üstelik üstesinden başarıyla geldiği ve izleyenlerini hayatla ve kendileriyle yüzleşmeye davet edebildiği için çifte kahramanlıkların filmi. İşin içine ticari kaygılardan azade, bütünüyle 'kendince' bir film yapmak azmini de ekleyince, bu kahramanlık çokboyutlulaşmakta.

'Kasaba', yönetmenin çocukluk yıllarında ablasıyla yaşadıklarından harmanlanan bir senaryoya dayandırılıyor ama ilmin alışılagelmiş anlamda bir konusu olmadığı gibi, birçok başka alışılmış film birimine de sahip değil. Belki de mevsimlerle paralelleştirilmiş dört ayrı bölüm halinde 'gösterilen' fragmanlardaki görüntü çerçevelemeleri ya da görsel boyut ne kadar harikaysa, filmin ana ritmini oluşturan izleğin, bölümler arasındaki bağım sağlıklı kurulamaması yüzünden o denli sarkık kaçtığını eklemek gerekli. Çünkü fragmanlar kendi aralarında bir bütünlüğe sahip gibi gözükse de, birarada değerlendirildiklerinde, birbirleriyle ortak bir anlam paydasında bütünleşememiş dört fragmandan, belki de daha doğrusu dört kısa filmden ibaretmiş gibi görünüyor. Bağlantıları kurmayı zorlaştıran da, filmi asıl değerini ekleyen, eşyaya yöneltilen 'ruhi bakış'ın, kimileyin süresini, kimileyin tarzını iyi tutturamamaktan kaynaklanan bir sarkma hali. Bu yüzden de kendi bütünlüğü içinde yakalanmış bazı harika kesitler, sinema dilinin kullanımının gerektirdiği bir zorunlulukla, 'İyi de bu gösterilen, filmin içinde nereye oturuyor?' ya da 'Yönetmen bu sahneyi böylesine kurgulayıp bu denli uzattığına göre, bunu nereye bağlamamı bekliyor?' gibi cevabı bulanamayan sorulara yol açıyor. 'Kasaba'nın parça birimleri, belki de kasabaya özgü o ruh haleti içinde pek kaynaşamamış gibi. Zaten yönetmenle yapılan röportajlardan bazı yanlışların farkında olduğunu öğreniyoruz.

Dört mevsim aynı yerde

Birinci bölümdeki kasaba ilkokulunda sesli okuyan erkek çocuk sahnesinde, 'ağız' denilen, yani görüntüyle sesin uyumsuzluğu ve iki yerde iyice belirginleşen hızlı zoom kullanımı, göze batan öteki aksaklıklardan. Örneğin yine ilk bölümde aşırı odaklanılan kasaba ilkokulundaki sobada yanan közlerin dansı ve sobaya çoraplardan sızan damlaların yıldırımı andırır çarpma sesi de, 'meramını aşan sözler' arasına eklenebilir. Asiye'nin beslenmesinde çürümüş yemeğin ne aradığı da anlaşılamayanlardan. Muhtemelen dışarılı öğretmenin aşırı abartılı merhameti ve kasabalının zıddına yüzünden okunan iç huzuru da sorgulanabilir.

Dışarıdaki kar manzarasına dalıp gitmiş öğretmen sınıfta yokmuş gibi davranan, havada uçuşan tavuk tüyüyle oynayan çocuklar ve zamanın o bitip tükenmek bilmeyen süreğenliğiyle çelişen çocuksu hareketliliğin inadına baskın çıkan kıpırtısızlık. Bu sahnelerde olsun insanın kendi dağarına sarkmaması olanaksız. Fakat gerek anlatımdan gerekse anlatılanların yaşanmışlığının ön bilgisinden mi ne, 'Kasaba'nın bu ilk bölümünü izlerken, müthiş bir kurgulanmamışlık hissine kapılıyor insan. Sanki 'gerçek'ten film.

Siz hiç 'kasaba' gördünüz mü?

İkinci bölümdeki kasaba turları sırasında uğranan gezgin lunapark turunda da, koyunların boğazlanmasındaki duygusuzluğun aktarılması başta olmak üzere zihinde 'leke' bırakıcı bir çok enstantane var. Bu bölüm sanki aynı zamanda harika geçişler resmi geçiti; şairaneliğin iyice tırmandıı bir anlatım Yönetmenle ablasının çocuk oyunlarını anlattığı bu sahnelerde göze batan en önemli nokta ise kaplumbağa faslının inandırıcılıktan yoksunluğu ve bu 'birim'in sonuçta bir yere oturtulmamış olması. Üçüncü bölüm bir bakıma 'Akademikus.' Bütün aile bireylerinin biraraya geldikleri eğlenceye dönüşen bir tarla bekleme sırasında mısır közlerken aile bireylerinin 'karşılıklı' konuşmaları. Herkes aslında zaten ötekilerin bildiği kendi hikayesini anlatmakta ama belirli bir sıradüzen ve saygı gözetildiği gibi görünse de, kasabaya ve kasabalıya özgü bıkkınlığın biricik hakikat olarak ortada kalakalmakta. Çünkü herkesin hikayesi ve hayalleri kendine. Yıllarca yurt dışında dirsek çürüttükten sonra kasabaya kapanmayı seçmiş orta yaşlı kasaba bilgesinin bir türlü anlaşılamaması; çekip gitmek için yanıp tutuşan delikanlının doğduğu yerlere nefretle karışık bağlılığı, doğanın bozulmasından şikâyet. Bu bölümdeki konuşmaların süzgeçten geçirilmemişliği kalben ne denli takdir edilse de, alışkanlıklar gereği öylesine sıkıcı kaçıyor ki, yinelemekte sakınca yok: Tıpkı hayat gibi. (Nine dışında kimsede lehçe olmaması da harika bir ayrıntı olarak kaydedilmeli.)

Ev hali işte

Son bölümdeki ev halleri, filmin en çağrışıma açık kısmı. Hayatın bizzat anlaşılmaya, anlamlandırılmaya başlandığı evreler ve çocuklara özgü anlaış vükufiyetiyle, önce aile bireylerine oradan hayata bakmayı deneme. Gece pikniği bölümünde gözlemlenen bağsız ve bağlantısız konuşmalar, yerini eviçine özgü sıcak havaya, anlayışa, hoşgörüye ve insaniliğe bırakır. Herkes herkese katlanmaya, yardımcı olmaya hazırdır artık. Fakat sonuçta herkesin derdi kendine. Film de en olmadık anda bitmişti, tıpkı hayat gibi.