nbc home  


Uzak

Orhan Bursalı, Cumhuriyet Gazetesi, 01.06.2003

Ülkemiz sanatını, dolayısıyla Türkiye'yi, Cannes festivalinde kazandığı Büyük Ödül aracılığıyla Avrupa'ya ve dünyaya taşıyan Uzak , henüz gösterime girmemişti ve bir sinemada gelecek programlar arasında parçalarını seyrediyorduk. Filmden bir iki dakikalık bölümler gösterildi; yanımızdaki genç ''Yine bir bunalım filmi'' diye söylendi. Arkadaşı da onu onayladı. Belli ki filmin müşterisi olmayacaklardı.

Genel çevrenin ''öf, sıkıntılı, sıkıcı'' vb. gibi yorumları, büyük bir olasılıkla iyi bir filmi kaçırmakta olduğunuz anlamına gelebilir.

Ama bu ''kaçırmayı'' Uzak için söylemiyorum. Çünkü filme imza atan yönetmen Nuri Bilge Ceylan 'ın daha önceki Kasaba, Mayıs Sıkıntısı gibi, çok sade, duru, hayatın ta içinden, insana ve yaşama dair öyküler anlattığı filmleri, sonraki filmini seyretmek için de çok güçlü referanslardı.

Belli ki Ceylan'ın elinden, seyredilemeyecek kadar kötü bir ürün çıkması mümkün değil... İyi sanatçı, düzeyi ve kaliteyi belirli bir çizgiden aşağı düşürmez. Kötü ürünü de dolaşıma sürmez...

***

Uzak'ı nihayet geçen gün seyrettim (*) ve çok sevdim.

Ceylan, önceki filmlerini aşmış.

Ceylan, ''az'' ile yetinen bir sanatçı. Parayı, sözü, hareketi, insanı.. hep az kullanıyor. Galiba, ''azlar'' ile çok şey yapabilen, ortaya büyük bir iş çıkartan insan, iyi ve usta sanatçı oluyor.
Çünkü sanat her şeyden önce bir düşünce, bir duygu, bir başka farkındalık yaratmaktır, genelin içinde...

Kimsenin kolay beceremediği kendine özgü bir anlatımı gerçekleştirmektir, özde ve biçimde...

Uzak, bunu başarıyor.

Bildik bir öyküyü, bildik ilişkiler yumağını, yaşamakta olduğumuz toplumsal gerçekliklerle ilişkilendirerek kendine özgün bir sinema dili kuruyor.

Bu özgün dil ne?

Bu dili anlatmak zor. Çünkü filmin bütünlüğü içinde gizli. Seyrettikten sonra insanda bıraktığı, sadece o filme ve o yönetmene ilişkin bir tat o.

Öte yandan, bu özgün dile ilişkin bazı noktaları vurgulamak mümkün. Örneğin, fazla söz gerektirmeden, sözsüz bir diyaloglar halinde akıyor film. Kahramanlarının bakışıyla, duruşuyla düşünce akışının içine girebiliyorsunuz; birlikte düşündürtüyor, hissettiriyor film.

Bu, Ceylan'ın dili. Ama bu kadar değil.

***

''Uzak'' için bazı yazarlar, ''kasvetli film'' dedi.

Bana hiç öyle gelmedi. Hem de hiçbir karesini kaçırmamaya dikkat ettirecek kadar uyanık tuttu. Öyküde kasvet yoktu.

Ceylan'ın sanatında beni çok çarpan bir özellik, insanı doğayla birlikte ele alması, insanı doğanın bir parçası görmesi.

Ceylan'ın filmlerinde salt insan hayatı, ilişkileri yok; bunlar doğa ile birlikte var.
Filmleri bu nedenle ''İnsan merkezli'' değil.

Dünyanın, evrenin devinimiyle örtüştürüyor filmini.

Bu nedenle, doğa, bütün filmlerinde büyük ölçeklerle insana eşlik ediyor. Tabii, fotoğraf sanatçılığının da bu dilin ve bakışın oluşmasında etkili olduğunu düşünüyorum.

Belki, bazılarına ve büyük çoğunluğa ''kasvetli, sıkıcı, bunalım filmi'' olarak gözükmesinin nedeni budur.

''Kitlesel sıkıntı'' ve filme karşı az ilgi aslında anlaşılabilir..

Çünkü kent insanı olarak doğadan kopmuş durumdayız. Onunla ilişkilerimizi minimumda tutuyoruz. Ne kar, ne yağmur, ne gök gürültüsü, ne güçlü bir rüzgâr.. bize bir şeyler anlatıyor. Hatta çoğumuza öff dedirtiyor...

Buna bağlı olarak, ''içe dönük'' yaşamın esirleriyiz. Yoğun ve hızlı olarak, insan ilişkilerini tüketmeye alıştık, alıştırıldık.

Amerikan filmleri de, özellikle doğadan kopuk ve içe dönük karakteriyle toplumu mahvetti. Bakışımızda, düşüncelerimizde, değerlendirmelerimizde Amerikan tarzı referanslar oluşturdu.

Ayrıca, yine Hollywood, sinemayı sanat aracı olmaktan önemli ölçüde kopardı ve esas eğlence aracına dönüştürdü. Amerikan tarzı, kitleler için kötü bir eğitim aracı.

Uzak ise sahip olduğu özellikleriyle tamamen Hollywood'a karşı bir film. Hollywood eğitimiyle dolayısıyla hiç uyuşmuyor.

Uzak, çok başarılı bir film. Bizden... Sinemaya evrensel bir ''biz'' katkısı. Seyretmeliyiz.

Uzak, aynı zamanda, Ceylan'ın buradan nereye gideceğini, gidebileceğini de doğrusu merak ettiren bir film...

(*) ''Kadıköy'' gibi, ses, seyir sistemi bu kadar bozuk bir sinema var mıydı İstanbul'da hâlâ? Özen Film , nasıl olur da hem de Büyük Ödüllü bir filmini en kötü teknik olanaklarla seyrettirir? Yoksa kopya da mı berbattı?