nbc home  

 

Haftalık

Muzaffer Özdemir ile söyleşi...

“Sarışınları süzüp rezil olurum diye Cannes’a gitmedim”


Devrim Sevimay, Haftalık Dergisi, 5-11 Haziran 2003

Avrupa’nın en önemli film ödülünü kazandı. Ama Cannes’daki törene bile gitmedi. Şöhret hastalığına yakalanmamış “Avrupa’nın En İyi Oyuncusu”nu konuşmaya bile zor ikna ettik.

Bol Cannes ödüllü “Uzak” filminin yönetmeninden oyuncularına kadar hepsi kelimenin tam anlamıyla uzak! Nelerden uzak? Önemli insan olmanın ritüelinden uzak… “Medyada görünmenin sırası artık bana geldi” ritminden uzak… Hatta oturdukları yer bile uzak… Meselâ filmin “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü”nü paylaşan Mehmet Emin Toprak ve Muzaffer Özdemir… Yaklaşık altı ay önce geçirdiği trafik kazasında kaybettiğimiz Toprak gönüllere yakın ama mekana çok uzak. Özdemir ise ta Ankara’da… Bir de üstelik yüzüne de söylediğimiz gibi huysuz mu huysuz. İlk telefon konuşmamızda “Yahu benim neyimle röportaj yapacaksınız, ben ne anlatayım” diye bin dereden su getirdi. Bu aksiliğini, Cannes’daki ünlü kırmızı halıda yürümesine de mani gösterdiği ameliyat dikişlerini birazdan aldırmaya gidecek olmasına verip ertesi gün bir daha aradık. Neyse ki pes etti… Demirel sebebiyle Türkiye’nin en ünlü sokaklarından Güniz’deki bir arkadaşına ait kafede randevu verdi. Gelmeden önce de uyardı: Hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz!
Doğrusu “Holly-çam” takıntılarımız olsaydı Özdemir gerçekten de hayal kırıklığı yaratabilirdi. Ne boynunda bir atkı ne elinde bir pipo ne kaytan bir bıyık ne de sürmeli gözler… Sokakta yanınızdan geçse bir daha aklınızda kalmayacak sadelikte bir yüz… Ve Muzaffer Özdemir aslında son derece “kolay” bir adam. İletişime girmekten hiç çekinmeyen, karizmayla derdi olmayan bir dünya sakini. Böylece Türkiye’nin tek Cannes ödüllü oyuncusunu tanıma fırsatını bize bahsediyor:


“Artizlik” hastalığı size nasıl bulaşmadı?

Herkesin ilgi odağı olmak hoş bir şey değildir ki… Bunun psikolojisini anlamış değilim. Bu hastalıklı bir durum, hiç sağlıklı değil. Ben, ilgisi hoşuma gidecek insanların, durduğum yere yakın olan insanların ilgisinden hoşlanırım ama herkesin benimle ilgilenmesi bence korkunç bir şey.

Yani kamuya açık değilsiniz…
Niye olayım? Aksi halde maymunlaşırsınız. Komik olursunuz.

Bir maymun sürüsü var mı ortalıkta?
Sürüsü var. Her zaman, her yerde olmaktan, hakikilikten uzak bir sürü. Ama doğrusu kendi adıma bu ilgi yakınmasını da çok abartmamam gerek. Üç beş gün sonra bu da geçer, bir hoşluk olur.

Aslında sizin fıtığınız falan patlamadı, sırf flaşlardan kaçmak, Cannes’a gitmemek için bahane olsun diye ameliyat oldunuz değil mi?
(Muzip muzip gülmeye başlıyor) Ama ben ekibe sordum, bana ille de gereksinim var mı, diye… Gelsen iyi olur ama rahat hissetmeyeceksen gelme, dediler.

Kırmızı halıdan geçmek çok mu fena?

Kırmızı halı umurumda bile değildi. Ben oraya gitseydim ne yapardım biliyor musunuz? (Gülümseyişi giderek çocuksulaşıyor) Hani “Acun Firarda” diye bir program var ya… Şimdi bunu itiraf edeyim, bir sürü “Acunluk” yapardım orada. Ben de aynı o çocuk gibi, bir de üstelik olmayan yabancı dilimle Cannes sahillerine gidip, sarışın hatunları süzüyor olacaktım. Jüriden biri beni görse ne düşünürdü? Filmi bile tehlikeye atabilirdim. Biliyorum başıma geleceği, en iyisi gidip de rezil olmayayım dedim. Kendimi böyle koruyorum işte…

Hayatın zevklerine karşı kendinizi terbiye mi ediyorsunuz?

Eh, tabii biraz… Ben acı pazarlarında dolaşmayı seven biriyimdir. O gün hiçbir sorun yoksa bile kendimle ilgili bir suç yaratır, onun üzerine giderim. Onu da bulamadıysam diğer acı pazarlarına giderim. Meselâ yakın zamanda en çok Bağdat’taydım. Kafam hep oradaydı.

Bağdat bu kadar çabuk düştüğü zaman Irak halkına kırılmadınız mı?
Önce içimde bir tepki oldu ama hemen ardından “Demek ne kadar bomba yemişler” diye düşündüm.

Şark için “ölümün sırrına sahiptir” derler…
Acı çekmiyorlar ki… Kendilerini sakınmadan acıya bırakıyorlar…

Siz kendinizi sakınır mısınız?
Yok, ben öyle değilim. Ben kendimi çok kollamaya çalışıyorum.

Türban meselesi çok tartışılıyor.
Benim o konuda kafam karışık. Kesinlikle türban takmalarını samimi bulmuyorum. Her şeyi yapıp bir tek türbana gelince mi dindar oluyorlar? Ama yasaklamanın da doğru olduğuna inanmıyorum. Sabretmek gerekiyor. Mutlaka bu hareket de geçip gidecek. “Tutanamayanlar”a karışacaklar.

Sizce kimdir tutunamayan?

Herkes tutunamayanların sokakta şarap içen çocuklar olduğunu sanır. Oysa gerçek tutunamayan işte bunlardır. Ya da banka hortumlayanlardır. Mesut Yılmaz’dır, Tansu Çiller’dir…

Aşka tutunamayan var mıdır?
Aşkta tutunmak olmaz çünkü aşk bir yanılsamadır. Libidonun attığı kazıktır.

Nietzsche, Schopenhauer gibisiniz…
Ama öyle. Gider, kimyamızla aşık oluruz. Çünkü o sırada kimyan gidip o kişiye aşık olmanı söyler. Başka türlü kendini ikna edemezsin ki…

Yani yaşı başı var bu işin?
Niye lise çağında ikide birde aşık oluruz? Libido ona müsaittir de ondan. Ama şimdi Kadir İnanır’la Türkan Şoray’ın aşk filmi ç evirmesi bana çok garip geliyor, hiç inandırıcı değil. Artık olur mu? (Gülmeye başlıyor)

Kadınların yanılgıları çoktur da erkekler en çok nerede yanılır?
Her erkeğin bu aşk durumu yüzünden yaptığı bir hata vardır: Karşısındaki kadını fiziksel açıdan beğenmek için kendilerini ikna ederler. Libido doyunca da “Yahu benim aşık olduğumu söylediğim kadın bu muymuş” derler? O arada evlenmiş de olabilir yani. Ama uyandığında “Ne yapmışım ben” oluyor.

Çocuğu da sadece türün devamı için bir gereklilik olarak görüyorsunuzdur?

Tür duygusu çok ilkel. Zaten insanla ilgili sorunlarım var. Bu kadar sorunlu bir yaratık daha var mı yeryüzünde? Kendi bedenini ayıplayan… Gizli gizli işiyoruz. Bir arada yaşamak zorunda kalan kirpiler gibiyiz. “Hayatın Kaynağı” çok problemli.


.....................................................................................................................................

Muzaffer Özdemir, Nuri Bilge Ceylan'ı anlatıyor :

"Uzak"ın yönetmeni, senaristi, kameramanı yani herşeyi olan Nuri Bilge Ceylan da, Özdemir gibi medyaya uzak bir tip. Cannes'dan döner dönmez tüm talebi karşılamak için toplu bir röportaj verip "Bugüne kadar neredeydiniz?" dercesine ortadan kayboldu. İşte Özdemir'in ağzından Ceylan :
" Dünyayı görüntülerle aktarma konusunda çok yetkin, çok inatçı, kendine karşı son derece acımasız, ekipteki herkesten daha çok çalışır, kalabalık çalışma ortamını sevmez. İnsanın zavallılığını bildiği için çok alçakgönüllüdür. Çehov'u, Dostoyevski'yi çok sever."

....................................................................................................................................

Eşi, Muzaffer Özdemir’i anlatıyor :

"Özdemir tam kendine göre bir eş seçmiş. Serpil Hanım da aynı eşi gibi Cannes’dan ödül almanın hiçbir ayrıcalık getireceğine inanmıyor. Bu uyum 12 yıllık bir arkadaşlığın sonucu olsa gerek. 1999’da “Mayıs Sıkıntısı”nın çekildiği sette evlenmişler. Bankacı olan Serpil Hanım’a “Eşinizi nasıl bilirsiniz?” diye soruyoruz. Anahtar harf “D”: Deli; Dayanılmaz; Derin düşünceli; Dağınık; Demokrat; Dost canlısı; Dağcı; Diyalektikçi; Daimi demoralize…"

....................................................................................................................................