nbc home  

MEGA MOVIE  DERGİSİ

NURİ BİLGE CEYLAN  ile söyleşi...
Ayşe Teker, Mega Movie Dergisi, Aralık 2002

Uzak filmini yapmaya ne zaman karar verdiniz? Genelde bir filme hazırlanırken izlediğiniz belli bir süreç var mı?
Belli bir süreç yok. Genellikle üzerime yağan imgelerin altında edilgen bir şekilde hareketsiz duruyor ve bazılarının kendisini öne çıkarmasını bekliyorum. Daha Mayıs Sıkıntısı’nın yapım aşamasında kafamda birtakım görüntüler canlanmıştı. İstanbul’a ilk kez gelmiş bir genç Eminönü’nde dolaşıyor, denize bakıyor gibi birşeylerdi. Daha sonra başka hikayeler üzerinde çalışmama rağmen bu görüntü nedense bir türlü aklımdan çıkmadı. Ben de tekrar ona döndüm ve onun üzerine çalıştım.

Nasıl bir süreçti anlatır mısınız? Senaryonun oluşumu, oyuncular, teknik donanım, prodüksiyon bakımından…
Kafamda dağınık bir şekilde duran görüntülerdi ve detayları, birtakım başka olaylarla ilintilendirerek iki ayda bir senaryo yazdım. Sonra Ankara’ya gittim. Bu senaryonun üzerinde Cemil Kavukçu ile beraber biraz çalıştık. Üç gün kadar. Sonra İstanbul’a döndüm. Üzerinden birkaç kez daha geçtim. Ama senaryo, Mayıs Sıkıntısı’nda olduğu gibi fazla uzundu. Bir kısmı çekimde, büyük bir kısmı da montajda gitti.

Peki ya oyuncu seçimleri ve prodüksiyon?
Önce aynı oyuncularla çalışmak istemiyordum. Gazeteye ilan verip filmdeki genç rolünü oynayabilecek birini aradım. Fotoğrafçı rolü için de aklımdaki bazı arkadaşlarla test çekimler yaptım. Hatta bir ara kendim oynamayı bile düşündüm. Ama sonuçta izahı zor birtakım nedenlerle yine eski oyunculara döndüm. Filmi ben dahil beş kişilik bir ekiple çektik. Bir sesçi, bir kamera asistanı, prodüksiyon ve yönetmen yardımcısı olarak bir kişi. Bir kişi de set ve ışık ile ilgilendi. Kamera ve ışıklandırmayı ben yaptım.

Uzak filmini yönettiniz ve senaryosunu yazdınız. Uzak’ta izleyeceğimiz hikayeden bahseder misiniz?
Giderek ideallerinden uzaklaşarak eskiden karşısında olduğu reklam fotoğrafçılığına mahkum olup giden bir fotoğrafçı var. Kırkbeş yaşlarındaki bu fotoğrafçı, yabancı ülkelere gidebilmek için köyünden kalkıp İstanbul’a gemilerde iş aramaya gelen genç kuzenini bir süreliğine evinde misafir etmek zorunda kalıyor.

Uzak filmini ne kadar sürede hazırladınız?
Kafada demlenme süresini hariç tutarsak, 3 ay senaryo, 1-2 ay hazırlık, 2 ay çekim, 3 ay montaj, 1 ay ses ve diğer işlemler diyebiliriz.

Uzak filmi sizin için özel bir şeyler ifade ediyor mu?
Tabii. Tutkusuz, renksiz ve tekdüze görünen hayatın sinemaya uyarlanması düşüncesi beni her zaman daha fazla heyecanlandırmıştır. Birbirine benzeyen günlerin belirli hiçbir iz bırakmadan geçip gittiği, insanda bazen yoğun bir anlamsızlık duygusu yaratan ve sanki belli bir yaştan sonra varlığını daha da hissettiren bir ruh halinin bir filmime konu olabilmesi fikrini belli belirsiz bir şekilde uzun süredir içimde taşıyordum. Belki bu duyguya, kendisine katlanmayı mümkün kılacak bir anlam katabilmek ya da arada bir sempati bağı oluşturabilmek adına. Belki de bu benim en otobiyografik filmim.

Senaryo da yazabilen bir yönetmen olarak sizce ülkemizde bir senaryo sıkıntısı var mı?
Bana göre yok. Türk sinemasında, özellikle eski filmlerde, beni heyecanlandıran hatta yeniden kendi yorumumla bir çeşitleme yapma arzusu uyandıran çok beğendiğim hikayeler var. Ama sonuçta filme, bir hikayeyi inandırıcı ve ikna edici kılacak tılsım yönetmen tarafından konulur. Eğer bir film kötüyse burada yüzde doksan bir yönetmen sorunu aramak daha doğru olur.

Önceki filminize karşı tepkiler nasıldı?
Çeşitliydi.

Olumlu tepkiler sizin yeni projeler düşünmeye başlamanızda ne derece önemli oluyor?
Bilmiyorum. Ama olumlu tepkilerin de olumsuz tepkilerin de bir motivasyon yaratabileceği durumlar vardır.

Çok olumsuz tepkiler alan bir yönetmen olsaydınız film yapmaya devam eder miydiniz?
Ederdim herhalde. Çok olumsuz tepkiler de alıyorum zaten.

Filmlerinizi öncelikle seyirciye mi, kendi film anlayışınıza göre mi yapıyorsunuz?
Büyük oranda kendi içgüdülerime bağlı kalarak yaptığımı sanıyorum ama yaptıklarımın birileri için önemli olacağı inancını taşımasam belki de bu işe hiç girişmezdim.

Filminizin izleyiciyle buluşacağı fikri sizi heyecanlandırıyor mu?
Evet. Ama yine de bakıyorum, bir önceki filmime göre bu heyecan maalesef azalmış.

Sizce daha fazla sayıda seyirciyi sinema salonlarına getirmek için popülerlik şart mı?

Sanırım evet. Bir filmle daha fazla insanın ilgilenmesi için birtakım koşulların sağlanması kaçınılmaz görünüyor. Reklam, ünlü oyuncular, kolay anlaşılır bir anlatım tarzı, hikayenin belli bir iniş çıkış grafiği gibi. Eskiden Sirkeci tren istasyonunda gazete satan çocukların uzun bir süre her akşam aynı şekilde bağırdıklarını hatırlıyorum. “Askerlik değiştirildi, Yılmaz Güney’i yazıyor.” Herkesin bir şekilde askerlikle ilgisi olurdu. Ya kendisi, ya oğlu, ya nişanlısı… Yılmaz Güney’i de herkes severdi. Gündemdeydi. Satıcılar, gazetede bu konularla ilgili haber olsun olmasın böyle bağırırlardı. Bu belki hepimizin bildiği bir yalandı, ama gene de alırdık gazeteyi. Bakırköy’e kadar haberi arar bulamazdık. Ama hiç değilse yol çabuk geçti diye avunurduk.
Sinema da biraz böyle. Popüler sinema hepimizin bildiği yalanları anlatıyor belki de. Ama hiç değilse iki saat sıkılmadan geçirmeyi başardık diyoruz hayat yolunda. İnsanı kendi gerçeğinden uzaklaştıran ya da gerçeği güvenli bir mesafeden hissettiren, kolay, yorucu olmayan ticari filmlerin daha çok izleyici çekmesi normal. İnsanlara mantıksal ve ahlaksal zorluklar çıkarmayan popüler filmler ve televizyon dizileri, insanların algılama gücünü körelterek iğdiş ediyor. Ama ne yapalım. İnsanın doğası böyle. Su kolay bulduğu yerden akıyor. İnsanlara, Neitzsche’nin deyişiyle “soğuk dağda yalnız ve gönüllü olarak yaşamak” istemiyorlar diye kızmaya hakkımız yok belki de.

Örneğin ünlü oyuncuları filmlerinizde oynatmak konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bu konularda çok net yargılara varmış değilim henüz. Tiyatro kökenli oyuncularla bile ilk kez bu filmde çalıştım. Ama hissettiğim, bir oyuncunun ünlü olup olmaması ya da tiyatro kökenli olup olmaması o kadar da önemli değil sanatsal kriterler açısından. İster amatör olsun ister eğitimli, iyi oyuncu var, kötü oyuncu var. Role uygun olan var, olmayan var. Kişiliğini sevdiğiniz var, sevmediğiniz var. Genel sonuçlar çıkarmak doğru değil. Bazen bir amatörle çalışıyorsunuz. Bir starın yapmayacağı kaprislerle karşılaşıyorsunuz.

Bir film yaptığınızda size maddi destek sağlayanlar var mı? Destek bulmakta zorlanıyor musunuz?
Doğrusu şimdiye kadar şansım yaver gitti. Bir önceki filmim her zaman bir sonrakini finanse edecek kadar para getirdi. Dolayısıyla bu konuyu derinlemesine düşünmek zorunda kalmadım. Şu ana kadar filmlerime özgür iradesiyle maddi destek vermeye karar veren tek kuruluş Rotterdam Film Festivali bünyesindeki Hubert Bals Fund oldu. Kültür Bakanlığı ve TRT’ye yaptığımız başvurular kabul edilmedi. Tabi filmlerim Türk sinema dünyasının konvansiyonelliğinin biraz dışında kişisel filmler olduğu için destek konusundaki çekingenliği anlayışla karşılıyorum.

Sinemanın sanatsallığını bir tarafa koyup maddi getirisi ve götürüsü olan bir iş olarak düşünürsek sizce ne derece riskli bir iştir? Sinema yapmak akıl kârı bir iş midir?
Benimkiler gibi fazla iş yapmayacağı neredeyse garanti olan filmler sözkonusuysa tabiki son derece riskli bir iş. Hiçbir garantisi yok.

Sinema yapmasaydınız hangi meslek size cazip gelirdi?
Zamana göre değişiyor. Dünya kupasından sonra futbolcu olmayı hayal ettim mesela.

Son olarak sizden bir tahminde bulunmanızı istiyorum. Sizce, örneğin 20 yıl sonra Türkiye’de ve dünyada sinema ne durumda olacak?
İyi soru ama zor soru. 20 yıl sonra acaba nasıl filmler yapılacak. Daha şurda kaç yıl geçti, artık Bergman, Antonioni gibi filmler yapılmıyor. Sinema salonları nolacak? Sinema salonunda film izleme arzusu hala vorolacak mı? İnsanların sinemada sosyalleşme arzusu sürecek mi?.. Herşeyin digital olacağı kesin. Bu sinemanın dilini, anlatımını iyice değiştirir mi? Sinemanın büyüsü, etkileme gücü zaten iyice azaldı. Yirmi sene sonra ne olur? Doğrusu bilmiyorum. Ama nedense pek iyimser bir duygu yok içimde...