nbc home  

Yeni Sinema Dergisi

Bir kez daha UZAK

Türk Sineması’nda tematik açıdan bir kırılma noktası

Necla Algan, Yeni Sinema Dergisi, Sonbahar/Kış 2003/04

Nuri Bilge Ceylan’ın filmi “Uzak” Cannes film festivali’nde haklı bir başarı kazandı.

Türk sineması içinde farklı bir estetik tavra sahip olan, üretim koşullarını tamamen bireysel anlamda yaratarak sınırlı bir bütçeyle, kamerayı kendi kullanarak, görsel anlamda oldukça başarılı bir film ortaya çıkaran Ceylan, iki farklı toplumsal kesime ait insanı bir araya getirerek, kar altında İstanbul görüntüleriyle, durağanın ardında yatan devinimi, iç dünyaların karmaşasını, doğallık ve gerçeklik” duygusuna sadık kalarak yansıtmış.

Görsel çalışmalarına fotoğrafla başlayan, ilk kısa filmi Koza’dan itibaren fotografik derinliğe dayanan bir sinema dili üzerinde yoğunlaşan Nuri Bilge Ceylan, daha sonra gerçekleştirdiği ilk uzun metrajlı film olan “Kasaba”da estetik ve tematik arayışları konusunda daha geniş boyutlu bir çalışma gerçekleştirdi. Kasaba yaşamı, aile ilişkileri, gerçekleşmeyen umutlar, düşler, kabuslarla oluşan bir dünyanın ilmeklerini ilk filmleri Koza ve Kasaba’dan itibaren örmeye başladı.

Ceylan, ikinci uzun metraj filmi “Mayıs sıkıntısı”nda film çekmek için kasabasına gelen yönetmenin ailesi ve yakın çevresiyle kurduğu ilişkilere yönelerek, “Uzak” filmindeki temaya doğru bir pencere açmıştı.

“Mayıs Sıkıntısı”nda zengin bir oyuncu kadrosu ve kasaba insanından doğalcı, gerçekçi yansımalar vardı. Yönetmen filmsel dünya ile gerçek dünya arasındaki farklılık sorunsalı üzerinde yoğunlaşarak, hem film çekme eylemini etik ve estetik bağlamda tartışıyor, hem de gerçeklik arayışının peşinde kasabadan belgeselci insan manzaralarını filmin ana maddesi haline getiriyordu.

“Mayıs Sıkıntısı”ndan “Uzak”a açılan yol, yönetmenin durağan kamerasıyla gerçeklik arayışını giderek yetkinleştirmesi bir yana, tematik anlamda filmini gerçekleştirmek için her olguya malzeme olarak bakabilen şehirli, bencil yönetmen Muzaffer ile kasabalı işsiz genç Saffet arasındaki ilişki veya gerilimdi… Şöyle ki:

“Mayıs Sıkıntısı”nın şehirli aydını Muzaffer, Saffet’e film çekimi süresince, yani Saffet’e ihtiyaç duyduğu süre içinde, önce İstanbul’da bir iş bulabilene kadar evinde kalabileceğine ilişkin bir söz veriyor; sonra bu sözünü geri alıyordu.

“Uzak” filminde Muzaffer karakteri, reklam fotoğrafları çeken, yalnız yaşayan Mahmut’a dönüşmüş. Ve Mahmut’un akrabası olan kasabalı genç Yusuf, iş aramak için İstanbul’a geliyor. Filmin ana eksenini Yusuf’un Mahmut’un evinde kaldığı süre oluşturuyor.

Mahmut karakteri, toplumsal anlamda çıkarcı bencil ve varolan düzenle uyumlu, ekonomik yapı ile organik ilişki kurabildiği için ondan beslenen, geleneksel ve toplumsal bağlarından kopmuş, kimseye karşı sorumluluk taşımayan bir tip.

Filmde bu aydın tipi kendi yalnızlığında ve bencilliğinde boğulan mutsuz bir kişilik olarak verilmiş.

Diğer karakter ise işsiz, kasabalı, yalnız bırakılmış ve mağdur bir karakter olarak başarılı ve duyarlı bir biçimde oluşturulmuş.

Bu iki farklı karakter arasındaki gerilim, şehrin merkezinde bir evde yaşanan bu derin çelişki, Türkiye toplumunun geçtiği dönemeç bağlamında kuvvetli bir gösterge niteliğinde.

Seksenli yıllardan itibaren ekonomik, toplumsal ilişkilerin değişmesiyle birlikte Türkiye’de yeni bir şehirli aydın tipi ortaya çıktı.

Neo liberalist dünya görüşünün Türkiye’de hakim kılınmasıyla birlikte bu yeni aydın, kendini toplumsal anlamda tamamen özerk hissediyor, ancak tüm zihinsel yaratıcılığını, pratik hayatta tamamen, doğrudan kapitalizmin hizmetine veriyordu. Görünürde bağımsız, hür bir bireydi ama sermayenin taleplerine hizmet edebilmek içindi bu hürriyet. Gazeteciler, propagandacılar, reklamcılar, şirket yöneticileri, halkla ilişkiler uzmanları küresel dönemin, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız konumun parlayan meslekleriydi.

Seksenli yıllar boyunca bu meslekler “yeni özgür birey”in en revaçta konumları olarak yükseldi.

Bu insanlar bütün bu süre boyunca özgür olduklarına olan tam bir güvenle tüm kişisel yeteneklerini “sattılar”.

Mahmut da bunlardan biri… Reklam fotoğrafçısı.

Varolan tüm estetik birikimini doğrudan mal satmaya hizmet için kullanıyor. Bir zamanlar “Tarkovski” gibi filmler çekmek isterken, çoktan ruhunu kaybetmiş… Sanatkarca düşünecek enerjisi kalmamış. Pek çok insani hasletini yitirmiş Mahmut. Annesinin hastalığını bildiği halde onu aramıyor bile… Eski karısına acı çektirmiş. Beraber olduğu kadına bir eşya muamelesi yapıyor.

Kadınlara acı çektirmeye devam ediyor.

Evine iş aramak gibi çok hayati bir nedenle gelmiş olan Yusuf’a bir baş belası imiş gibi davranıyor. Ona yardım etmeyi hiç düşünmediği gibi konuşmuyor bile. Hatta ona potansiyel bir hırsız muamelesi yapıyor.

Mahmut, tam da yaşadığımız hayata ilişkin sorular sormamız için tipik bir model..
Türkiye’deki derin toplumsal ayrışmanın, varolan düzenle en örtüşen cephesini, onun çıkmazlarını anlamamız için başarılı bir karakterlendirme.

Yusuf ise filmin mağdur karakteri. Filmin gerçek kaybedeni, Yusuf, genç, bilgiye ve umuda aç. Her genç gibi kırılgan, hayalperest, yardıma ihtiyacı var. İletişime ve öğrenmeye açık.. Ama her girişimi bir duvara çarpıyor Yusuf’un.

Mahmut’un evinden gizlice annesini arayıp sağlığıyla ilgileniyor. Yapabileceğini yapıyor. Ama hayatını değiştirme, bir iş bulabilme imkanı yok denecek kadar az. Bugün Türkiye’deki milyonlarca işsiz gibi.

Mahmut’la Yusuf’un baktıkları yön farklı olduğu gibi düşleri de farklı… Birininki, her şeyin bir yer sarsıntısındaki gibi tuz buz olması, diğerinin ki küçük belirsiz ışıklar, küçük çan sesleri…
Öte yandan farklı toplumsal kültürel katmanları temsil eden bu iki karakterin yan yana gelmesi, bizim sinemamız için özel bir önem taşıyor. Seksenli yıllardan itibaren, Mahmutların yaşam tarzlarının, seçimlerinin onaylandığı, yüceltildiği; Yusuf’un temsil ettiği “öteki”ninse, sürekli, total biçimde aşağılandığı, tıpkı filmde Mahmut’u yaptığı gibi aşağılamanın yönetmenin gözüne dönüştüğü bir yön kaymasının olduğu bir dönem yaşandı.

O dönemin sineması bizi neo liberal hayat anlayışına iten, toplumsal algıyı yok eden bir sinemaydı. Bireyci, bencil, hazcı, maddi, sistemle bütünleşerek yaşamını sürdürmenin bir ayrıcalık olduğu ideolojisini bize boca ediyordu.

“Uzak” bu dönemin yücelttiği bu kesime yöneltilen ilk eleştirel bakış olması bakımından bir kırılma noktası özelliğini taşıyor.

Film, izleyicide Yusuf’a karşı derin bir acıma hissi bırakarak sona eriyor. Diğer kahraman Mahmut’u ise anlamsız bir boşluk ve hiçlik duygusu ile dolu olarak parkta yalnız başına oturarak bırakıyoruz. Yaşamı başarısızlıklarla dolu, hayallerinden uzaklaşmış, kadınları yaralamış, yaralamaya devam ediyor… İyilik yapma, bir insanı anlama ve yardım etme yeteneğinden yoksun, yalnız, ve mutsuz.

Cannes film festivalinde yarışmanın, film gösterimlerinin sürdüğü günlerde Radikal gazetesinde Mehmet Basutçu’nun aktardığı, yabancı gazetecilerden birinin, “Film Türkiye’nin temel sorunlarına metaforik göndermelerde mi bulunuyor” sorusuna verilecek cevap olarak, metaforik değil ama sanatçı sezgisiyle Türkiye aydını ve onun dışladığı, görmezden geldiği, hatta aşağıladığı kesimlerle ilgili çarpıcı bir dışavurumu başardığını vurguluyoruz.
N.B.Ceylan titiz bir sanatçı duyarlılığı ile filminin kahramanlarını yetkin bir biçimde oluşturtmuş..

Son yıllarda Türk sinemasında toplumsal göndermeleri bunca güçlü, acısı bunca keskin bir film izlemedim.

“Uzak” filminin tematik yapısında yeralan bu canalıcı konumun yerel olduğu kadar evrensellik boyutuna taşıyan çok önemli bir bağlamı da var.

Çünkü Türkiye’de yaşanan bu altüst oluş, bu toplumsal anlamdaki çöküş çok evrensel… Son yıllarda izlediğimiz pek çok film, kent yaşamı, yalnızlaşma, işsiz ve çıkışsız genç insan sayısının inanılmaz derecede artışı gibi canalıcı sorunları doğrudan ya da dolaylı olarak bağırıyor.

Bu hayati sorunun Türkiye’deki izdüşümünü duyarlı bir biçimde yansıttığı için, bu temayı estetik sinematografik bir bütünlükle yoğurabilmeyi başardığı için “Uzak” Cannes film festivalinde ödüllendirildi.

Nuri Bilge Ceylan’ın tematik anlamdaki bu başarısı sinema sanatının araçlarını kullanabilme bağlamında da sürüyor.

Ceylan kamerayı kendi kullanıyor. Üstün nitelikli bir görsel çalışma meydana getiriyor. Film üretiminin teknik olarak her alanıyla titizlikle uğraşıyor.

Sadece göresel açıdan değil, “Uzak” filminde Ceylan, sinemada gerçekliğin en temel öğelerinden biri olarak dikkate almamız gereken “dış ses”leri de etkileyici bir biçimde kullanmış… Ve bu çok başarılı ses çalışması, Ceylan’ın filmine ayrı bir derinlik katmış.

Sonuç olarak Ceylan’ın filmi “Uzak” film sanatının pek çok unsuru açısından üstün nitelikli ve çığır ağıcı nitelikte… Umarım Türk Sinema ortamında daha geniş biçimde üzerinde düşünülür ve irdelenir.